doğru iman bilgileri
1 sayfadaki 1 sayfası • Paylaş
doğru iman bilgileri
Sual: İman nedir?
CEVAP
İman, bildirilen altı esasa
inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın
Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve
inandığını dil ile söylemek demektir.
Amentü şöyledir:
Âmentü
billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve
bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti
hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve
resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına,
peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan
olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah
olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son
Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]
İman,
Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla,
tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani
kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek,
aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı
birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam
olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba [görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler) buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini [hükümleri, dinde bildirilenleri] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)
Nazara
yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen
şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu
veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın
zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü
bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile
birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların
etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde
bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile
görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani
görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü
itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak,
görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı
gerektirmektedir. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.
Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana],
kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra
dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun
kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]
(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]
(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]
Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor.
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]
Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.
(Kendilerine
bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük
gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.)
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.
[Nisa 78](Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın peygamber olduğunu bildirmektedir.
Amentü’nün manası
Allah’a inanmak:
Allahü
teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi
yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak,
kabul etmek demektir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi
Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek,
beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
Meleklere inanmak:
Melekler
nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin
günahsız, emin olduğunu kabul etmek, tasdik etmek, yaptıkları işleri
beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.)
[Bekara 177]Kitaplara inanmak:
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an
ve diğer kitapların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine, hepsinin
hak olduğuna inanmak lazımdır. Ancak, Kur’an-ı kerimden önceki
kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini, Allah kelamı olmaktan
çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve tasdik etmek demektir. Önceki
kitapların hiç birisi değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ tarafından
nesh edildiğine yani yürürlükten kaldırıldığına iman etmek gerekir. Bir
âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara iman ederler.) [Bekara 4]
Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin
hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü,
günahtan masum olduklarını kabul ile tasdik etmek demektir. Onlardan
birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin
ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun, Muhammed aleyhisselam
olduğuna iman etmek, kabul ve tasdik etmek demektir. Peygamber
efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve
eksiksiz tebliğ ettiğine inanmak, bu emir ve yasakların hepsini kabul
edip, hepsini beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]
Kaza ve kadere inanmak:
Allahü
teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye
göre tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın
yarattığına iman etmek demektir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep
ettiklerini, Allah’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek,
bunu kabul ile tasdik etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime
meali:
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38]
Ahirete inanmak:
İnsanların
kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonra,
Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada
ebedi kalacaklarına iman etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek demektir.
Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]
Kelime-i şehadete inanmak şöyle olmalı:
Ben
şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan
başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam
Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
(Allah’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19]
İnanmak ne demek?
Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, ama inanmak ne demektir?
CEVAP
İnanmak,
görmüş gibi, kabul etmek, tasdik etmek, beğenmek demektir. Bir insanın
Müslüman olabilmesi için, iman sahibi olması, yani dinimizin emir ve
yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu
emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir bilgi işidir. Yapıp
yapmamak ayrı, bunları kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir.
Yapıp yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla
ilgilidir. İmanın altı esası bir bütün olup, çok önemlidir. Ufak bir
şüphe götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.
İmanın tarifi nedir?
İmanı şöyle tarif ediyorsunuz:
"İman,
Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik
etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat
etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik
etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte
tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam
olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Çünkü iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır) buyuruluyor."
Bu
tarif, Kur'ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman
sadece Allah’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla
hiç bir alakası yoktur.
CEVAP
(Muhammedi) ifadesi uygun
değildir. Bu, Peygamber efendimizin Allah’ın Resulü olduğuna inanmayan,
Kur'anın Allah’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü olduğunu
savunan müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi
gereken hususlar sadece Bekara 62 de mi bildiriliyor? Diğer âyetleri
niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman sadece Allah’a ve
ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara
Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup nasıl
suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın
altı şartı da gayba inanmaktır. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz. Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Allah ne diyorsa doğrudur, Allah’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye yükselmiştir. Kâfirler, (Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, çünkü görmeden inanıyor, bir anda onun Miraca gidip geldiğini tasdik ediyor) diye hayrette kaldılar.
İman herkese lazım
Sual: İman etmek akıl icabı değil midir?
CEVAP
İmanı
olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber
efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü
teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Sonsuz
olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak
ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım
gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise,
çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed
aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği
şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz
felaketten kurtarmaktadır.
Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya
inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten
kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde
senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?)
denirse ne cevap verecektir? Elbette hiçbir vesika gösteremiyecektir.
Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal
denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte
yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan
kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak
ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl
sahibinin iman etmesi lazımdır.
İman etmek için vergi vermek,
mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak gibi
sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile,
samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek
de şart değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz
ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimal vermesi,
zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali
karşısında, bunun yegane ve kesin çaresi olan iman nimetinden kaçınmak,
ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?
İmandan mahrum olan
Sual: (İman edenin, neyi yok; imandan mahrum olanın neyi var ki?) sözü, ne demektir?
CEVAP
Hüküm,
neticeye göre verilir. Ebedi kâr ve zarara bakılır. Ebedi nimetlere
kavuşmanın veya ebedi azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin
varlığına veya yokluğuna bağlıdır. Bu hazine imandır, Müslüman
olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var demektir. Bu hazineden
mahrum kalanın da, hiçbir şeyi yok demektir. Mesela dünyanın en fakir
insanı salih bir Müslüman olsun. Bu çok fakir Müslümana, (Dünyanın
bütün servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de,
sen olacaksın, ama; imanını bırak) deseler. O, çok fakir Müslüman, bunu
asla kabul etmez. Demek ki, iman sahibi, dünyadaki bütün servetin satın
alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama sahiptir.
Netice
olarak, Allahü teâlâya iman eden kimse, o haliyle de ölürse, ebedi
Cennetliktir. Başka hiç bir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan
mahrum olanın akıbeti ise, ebedi Cehennemdir. Bütün dünya onun olsa da,
neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ
razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka hiç kimse razı
olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, herkes razı olsa da, beğense
de, hiç kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası
olmalıdır.
Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz
arkadaşım var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş ama, hiç kimseye
söylememiş. İngilizler Müslüman olduğunu duyarsa, iyi gözle
bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile tasdik, dil ile
ikrar etmek gerekiyor, şimdi benim kaç kişinin yanında Müslümanlığımı
ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden veya edemeden ölsem Müslüman
sayılmaz mıyım diyor.
CEVAP
Evet iman etmek için kalb
ile tasdik dil ile de ikrar gerekir. Ancak, onun dil ile başkalarına
ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki,
Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara yapılan muamele ona yapılsın
ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.
İnanmak ve beğenmek
Sual: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Çok
yanlış bu! Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor.
Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor,
Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra
dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor yani bunları biliyor. Demek
ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de
bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından
bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek
de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i
fillah, buğd-i fillah var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını
düşman bilmek gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman,
düşmanlarını da dost bilen kimse mümin olamaz.
Demek ki
Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak
şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor,
beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor.
Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.
En faziletli iman
Sual: En faziletli iman nedir?
CEVAP
İmanın
altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillaha sahip olduktan
sonra, hep Allahü teâlâyı hatırlamak, her işini dine uygun olarak,
Allah için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli iman, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle beraber olduğunu bilmendir.) [Taberani]
İman mahlûk mudur?
Sual: İman mahlûk mudur, yani sonradan mı yaratılmıştır?
CEVAP
İslam
âlimleri buyuruyor ki: İman, Allahü teâlânın hidayeti olması bakımından
mahlûk değildir; fakat kulun tasdik ve ikrar etmesi bakımından
mahlûktur. İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan, mahlûk
olduğu gibi, insanın küfrü de, imanı da mahlûktur. (Milel ve Nihal)
CEVAP
İman, bildirilen altı esasa
inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın
Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve
inandığını dil ile söylemek demektir.
Amentü şöyledir:
Âmentü
billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve
bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti
hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve
resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına,
peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan
olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah
olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son
Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]
İman,
Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla,
tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani
kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek,
aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı
birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam
olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar gayba [görmedikleri halde Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler) buyuruyor. (Bekara 3) Resulü de, (Dini [hükümleri, dinde bildirilenleri] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur) buyurdu. (Taberani)
Nazara
yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen
şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu
veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın
zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü
bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile
birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların
etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde
bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile
görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani
görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü
itiraf etmek olur. Bekara suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak,
görmeden inanmak övülüyor. İmanın altı şartı da gayba inanmayı
gerektirmektedir. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz.
Peygamber efendimiz, aşağıda bildirilen iman ile ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etti:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana],
kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra
dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun
kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.) [Bekara 177]
(Onlar gayba [Allah'a, meleklere, kıyamete, cennete, cehenneme görmedikleri halde] inanırlar.) [Bekara 3]
(Onlar, sana indirilene, senden önceki kitaplara ve ahirete iman ederler.) [Bekara 4]
Bu üç âyette, Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve gayba inanmak bildiriliyor.
(Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255]
(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145]
(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.) [Enam 2]
Bu üç âyet, takdirin Allah tarafından olduğunu bildirmekte, kadere iman etmeyi göstermektedir.
(Kendilerine
bir iyilik dokununca, "Bu Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük
gelince de "Bu senin yüzünden" derler. “Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.)
Bu âyet, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir.
[Nisa 78](Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Bu âyet de, Resulullahın peygamber olduğunu bildirmektedir.
Amentü’nün manası
Allah’a inanmak:
Allahü
teâlânın varlığına, birliğine, Ondan başka ilah olmadığına, her şeyi
yoktan yarattığına, Ondan başka yaratıcı olmadığına kalben inanmak,
kabul etmek demektir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği son Peygamberi
Muhammed aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği dinin hepsini kabul etmek,
beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
Meleklere inanmak:
Melekler
nurani cisimlerdir. Hiçbirinde erkeklik dişilik yoktur. Hepsinin
günahsız, emin olduğunu kabul etmek, tasdik etmek, yaptıkları işleri
beğenmek şarttır. Bir âyet-i kerime meali:
(Asıl iyilik; Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, nebilere inanmaktır.)
[Bekara 177]Kitaplara inanmak:
Zebur, Tevrat, İncil, Kur’an
ve diğer kitapların Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine, hepsinin
hak olduğuna inanmak lazımdır. Ancak, Kur’an-ı kerimden önceki
kitapların insanlar tarafından değiştirildiğini, Allah kelamı olmaktan
çıktıklarını bilmek, bunu kabul ve tasdik etmek demektir. Önceki
kitapların hiç birisi değişmemiş bile olsa, Allahü teâlâ tarafından
nesh edildiğine yani yürürlükten kaldırıldığına iman etmek gerekir. Bir
âyet-i kerime meali:
(Onlar, sana indirilene [Kur’an-ı kerime], senden önceki indirilen kitaplara iman ederler.) [Bekara 4]
Peygamberlere inanmak:
Peygamberlerin
hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş olup, sadık, doğru sözlü,
günahtan masum olduklarını kabul ile tasdik etmek demektir. Onlardan
birini bile kabul etmeyen, beğenmeyen kimse, kâfir olur. Peygamberlerin
ilkinin Âdem aleyhisselam ve sonuncusunun, Muhammed aleyhisselam
olduğuna iman etmek, kabul ve tasdik etmek demektir. Peygamber
efendimizin bildirdiği dini hükümlerin hepsini, en güzel şekilde ve
eksiksiz tebliğ ettiğine inanmak, bu emir ve yasakların hepsini kabul
edip, hepsini beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayanlar Allah’ın mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 152]
Kaza ve kadere inanmak:
Allahü
teâlânın insanlara cüzi irade verdiğini, insanların bu cüzi iradeye
göre tercih ettikleri ve yaptıkları her şeyi Allahü teâlânın
yarattığına iman etmek demektir. Hayır ve şer, her şeyi kulların talep
ettiklerini, Allah’ın da bunu dilediği takdirde yarattığını bilmek,
bunu kabul ile tasdik etmek ve beğenmek demektir. Bir âyet-i kerime
meali:
(Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.) [Ahzab 38]
Ahirete inanmak:
İnsanların
kıyamet kopunca, dirileceklerine, hesap ve mizandan sonra,
Müslümanların Cennete, kâfirlerin Cehenneme gideceklerine ve orada
ebedi kalacaklarına iman etmek, bunu kabul etmek ve beğenmek demektir.
Bir âyet-i kerime meali:
(Onlar [Müslümanlar], ahiret gününe iman ederler.) [Bekara 4]
Kelime-i şehadete inanmak şöyle olmalı:
Ben
şehadet ederim ki, yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki, Allah’tan
başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam
Onun kulu, resulü ve son Peygamberidir. İki âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
(Allah’a ve resulüne inananlara, rableri katında nurları ve ecirleri vardır.) [Hadid 19]
İnanmak ne demek?
Sual: Müslüman olmak için Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır, ama inanmak ne demektir?
CEVAP
İnanmak,
görmüş gibi, kabul etmek, tasdik etmek, beğenmek demektir. Bir insanın
Müslüman olabilmesi için, iman sahibi olması, yani dinimizin emir ve
yasaklarına inanması şarttır. Yalnız inanması da kâfi değildir; bu
emirleri beğenmesi ve sevmesi de şarttır. Bu da bir bilgi işidir. Yapıp
yapmamak ayrı, bunları kabul etmek, beğenmek ve sevmek ayrı şeydir.
Yapıp yapmamak günah ve sevapla ilgili, kabul etmek ve beğenmek imanla
ilgilidir. İmanın altı esası bir bütün olup, çok önemlidir. Ufak bir
şüphe götürmez. İnandığı halde, birini bile beğenmemek kâfirliktir.
İmanın tarifi nedir?
İmanı şöyle tarif ediyorsunuz:
"İman,
Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik
etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat
etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik
etmiş olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte
tasdik etmiş olur ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam
olmayınca, iman olmaz. İman, Amentü’deki 6 esasa kesin olarak inanmaktır. Çünkü iyiler övülürken, (Onlar gayba inanır) buyuruluyor."
Bu
tarif, Kur'ana zıttır, Bekara suresinin 62. âyetine aykırıdır. İman
sadece Allah’a ve ahirete olması gerekir. Bu tarifin Muhammedi tavırla
hiç bir alakası yoktur.
CEVAP
(Muhammedi) ifadesi uygun
değildir. Bu, Peygamber efendimizin Allah’ın Resulü olduğuna inanmayan,
Kur'anın Allah’ın kelamı değil, Muhammed aleyhisselamın sözü olduğunu
savunan müsteşriklerin ve misyonerlerin ifadesidir. İman edilmesi
gereken hususlar sadece Bekara 62 de mi bildiriliyor? Diğer âyetleri
niye gizliyorsunuz? Güneş balçıkla sıvanmaz. İman sadece Allah’a ve
ahirete değil, Amentü’deki altı esasa inanmaktır. Bekara
Peygamberlerden sonra bütün insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir bu üstünlüğe kavuşup nasıl
suresinin 3. âyetinde, gayba inanmak, görmeden inanmak övülüyor. İmanın
altı şartı da gayba inanmaktır. Çünkü hiç birisini görmüş değiliz. Sıddık lakabını aldı biliyor musunuz? (Allah ne diyorsa doğrudur, Allah’ın resulü ne diyorsa doğrudur) demesi yüzünden bu dereceye yükselmiştir. Kâfirler, (Muhammed, Ebu Bekir’e galiba sihir yapmış, çünkü görmeden inanıyor, bir anda onun Miraca gidip geldiğini tasdik ediyor) diye hayrette kaldılar.
İman herkese lazım
Sual: İman etmek akıl icabı değil midir?
CEVAP
İmanı
olmayan kimsenin sonsuz olarak Cehennem ateşinde yanacağını Peygamber
efendimiz haber verdi. Bu haber elbette doğrudur. Buna inanmak, Allahü
teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lazımdır. Sonsuz
olarak ateşte yanmak ne demektir? Herhangi bir insan, sonsuz olarak
ateşte yanmak felaketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lazım
gelir. Bu korkunç felaketten kurtulmak çaresini arar. Bunun çaresi ise,
çok kolaydır. (Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed
aleyhisselamın Onun son Peygamberi olduğuna ve Onun haber verdiği
şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak ve beğenmek) insanı bu sonsuz
felaketten kurtarmaktadır.
Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya
inanmıyorum, bunun için böyle bir felaketten korkmuyorum, bu felaketten
kurtulmak çaresini aramıyorum derse, buna, (İnanmamak için elinde
senedin, vesikan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana engel oluyor?)
denirse ne cevap verecektir? Elbette hiçbir vesika gösteremiyecektir.
Senedi, vesikası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimal
denir. Milyonda, milyarda bir ihtimali olsa da, (sonsuz olarak ateşte
yanmak) korkunç felaketinden sakınmak lazım olmaz mı? Az bir aklı olan
kimse bile, böyle felaketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak
ihtimalinden kurtulmak çaresini aramaz mı? Görülüyor ki, her akıl
sahibinin iman etmesi lazımdır.
İman etmek için vergi vermek,
mal ödemek, yük taşımak, zevkli tatlı şeylerden kaçınmak gibi
sıkıntılara katlanmak lazım değildir. Yalnız kalb ile, ihlas ile,
samimi olarak inanmak yeterlidir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek
de şart değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki, (Sonsuz
ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimal vermesi,
zannetmesi akıl icabıdır). Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimali
karşısında, bunun yegane ve kesin çaresi olan iman nimetinden kaçınmak,
ahmaklık, hem de çok büyük şaşkınlık olmaz mı?
İmandan mahrum olan
Sual: (İman edenin, neyi yok; imandan mahrum olanın neyi var ki?) sözü, ne demektir?
CEVAP
Hüküm,
neticeye göre verilir. Ebedi kâr ve zarara bakılır. Ebedi nimetlere
kavuşmanın veya ebedi azaplara düşmenin sebebi, insanda bir hazinenin
varlığına veya yokluğuna bağlıdır. Bu hazine imandır, Müslüman
olmaktır. Bu hazineye malik olanın her şeyi var demektir. Bu hazineden
mahrum kalanın da, hiçbir şeyi yok demektir. Mesela dünyanın en fakir
insanı salih bir Müslüman olsun. Bu çok fakir Müslümana, (Dünyanın
bütün servetini, her şeyin tapusunu sana vereceğiz, dünyanın lideri de,
sen olacaksın, ama; imanını bırak) deseler. O, çok fakir Müslüman, bunu
asla kabul etmez. Demek ki, iman sahibi, dünyadaki bütün servetin satın
alamayacağı bir hazineye ve erişilemeyecek bir makama sahiptir.
Netice
olarak, Allahü teâlâya iman eden kimse, o haliyle de ölürse, ebedi
Cennetliktir. Başka hiç bir şeyi olmasa da, ne önemi var? İmandan
mahrum olanın akıbeti ise, ebedi Cehennemdir. Bütün dünya onun olsa da,
neye faydası olur? Onun için bir iş yaparken, bu işten Allahü teâlâ
razı mı, değil mi ona bakmak gerekir. O, razı ise başka hiç kimse razı
olmasa da, önemi yoktur. O razı değilse, herkes razı olsa da, beğense
de, hiç kıymeti olmaz. O halde her işte ölçümüz, Allahü teâlânın rızası
olmalıdır.
Dil ile ikrar
Sual: Bir ingiliz
arkadaşım var. Müslüman olmuş, namaz kılıyormuş ama, hiç kimseye
söylememiş. İngilizler Müslüman olduğunu duyarsa, iyi gözle
bakmayacaklarını söylüyor. Kitaplarda okumuş, kalb ile tasdik, dil ile
ikrar etmek gerekiyor, şimdi benim kaç kişinin yanında Müslümanlığımı
ikrar etmem gerekir diyor. İkrar etmeden veya edemeden ölsem Müslüman
sayılmaz mıyım diyor.
CEVAP
Evet iman etmek için kalb
ile tasdik dil ile de ikrar gerekir. Ancak, onun dil ile başkalarına
ikrar etmesi gerekmez. İslam ülkesinde ikrar etmesi gerekir ki,
Müslüman olarak bilinsin ve Müslümanlara yapılan muamele ona yapılsın
ve Müslüman mezarlığına defnedilsin.
İnanmak ve beğenmek
Sual: Cennete, Cehenneme ve Allah’a inanan herkes mümindir ve Cennete gider deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP
Çok
yanlış bu! Şeytan da Allah’a inanıyor, o da Cennete Cehenneme inanıyor.
Hatta imanın diğer şartlarına da inanıyor. Meleklere inanıyor,
Peygamberlere inanıyor, gönderilen kitaplara inanıyor. Öldükten sonra
dirilmeye inanıyor. Hesaba, kitaba inanıyor yani bunları biliyor. Demek
ki Amentü’ye sadece inanmakla, bunları bilmekle iman olmuyor. Amentü’de
bildirilen altı esasa inanmakla birlikte, Allahü teâlâ tarafından
bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve hepsini beğenmek
de şarttır. Birini bile beğenmeyen müslüman olamaz. Bir de, Hubb-i
fillah, buğd-i fillah var. Yani Allah dostlarını dost, düşmanlarını
düşman bilmek gerekir. Tersi, yani Allah dostlarını düşman,
düşmanlarını da dost bilen kimse mümin olamaz.
Demek ki
Amentü’ye şeytan da inanıyor, hepsini teker teker biliyor. Ancak
şeytan, inandığı, teker teker bildiği bu şeyleri kabul etmiyor,
beğenmiyor ve Allah dostlarını düşman, düşmanlarını da dost biliyor.
Şeytan gibi bilen ve inanan kimse mümin olmaz.
En faziletli iman
Sual: En faziletli iman nedir?
CEVAP
İmanın
altı şartına inanıp, hubb-i fillah ve buğd-i fillaha sahip olduktan
sonra, hep Allahü teâlâyı hatırlamak, her işini dine uygun olarak,
Allah için yapmaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(En faziletli iman, nerede olursan ol, Allahü teâlânın seninle beraber olduğunu bilmendir.) [Taberani]
İman mahlûk mudur?
Sual: İman mahlûk mudur, yani sonradan mı yaratılmıştır?
CEVAP
İslam
âlimleri buyuruyor ki: İman, Allahü teâlânın hidayeti olması bakımından
mahlûk değildir; fakat kulun tasdik ve ikrar etmesi bakımından
mahlûktur. İş sahibi, işi yaratan değil, bu işi yapandır. İnsan, mahlûk
olduğu gibi, insanın küfrü de, imanı da mahlûktur. (Milel ve Nihal)
En son alphonso tarafından Paz 14 Şub. - 14:53 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Geri: doğru iman bilgileri
Sual: Yeni Müslüman olan bir yabancı arkadaş var. Buna ilk önce neyi öğretmeliyiz?
CEVAP
İlk
önce imanı, yani Allahü teâlâyı, Onun sıfatlarını, Resulullah
efendimizin Allah’ın Peygamberi olduğunu, Amentü’de bildirilen altı
esası, sonra da İslam’ın beş şartını öğretip namaz kılmasını
sağlamalıdır. Çünkü bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kitab ehli
olan bir kavme görevle gidince, önce, La ilahe illallah Muhammedün
Resulullah demeye davet et. Bunu kabul ederlerse, günde beş vakit
namazın farz olduğunu bildir. Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın
Müslümanların zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen zekatı farz
kıldığını söyle.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
Bu hadis-i
şerifte ilk önce, Allah’a imanla birlikte Resulünü de tasdik
bildirilmiştir. Resulullahı tasdik etmeyen mümin ve Müslüman olamaz.
Sual: Yeni müslüman olanın veya akıl-baliğ olan çocuğun, önce Kelime-i şehadet söylemesi ve bunun manasını öğrenip, inanması gerekir mi?
CEVAP
Evet
gerekir. Bundan sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı
olan itikad, yani iman edilmesi gereken bilgileri öğrenip, bunlara
inanması gerekir.
Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden
birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yani İslam’ın beş
şartını ve helal, haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması ve
uygun yaşaması gerekir.
Bunları öğrenmek ve uymak gerektiğine
inanmayan, önem vermeyen mürted olur. Yani kelime-i şehadet getirerek
müslüman olduktan sonra, tekrar kâfir olur.
Nikahlı müslüman
bir kız, baliga olduğu zaman, Müslümanlığı bilmezse, nikahı bozulur.
Yani mürted olur. Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da,
tekrar etmeli ve (bunlara inandım) demelidir. (Dürr-ül-muhtar)
İbni Abidin hazretleri bunu açıklarken diyor ki:
Kız
küçük iken, ana-babasına tâbi olarak müslümandır. Baliga olunca,
ana-babasının dinine tâbi olması devam etmez. İslamiyet’i bilmeyerek
baliga olunca, mürted olur. İman edilecek şeyleri işitip de, inanmamış
kimse, kelime-i tevhid söylese, yani (La ilahe illallah Muhammedün
resulullah) dese, müslüman olmaz. (Amentü billahi...) de bulunan altı
şeye inanan ve (Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının hepsini
kabul ettim, beğendim) diyen kimse müslüman olur.
Her müslüman,
çocuklarına Amentü’yü ezberletmeli, manasını iyice öğretmelidir! Çocuk
bu altı şeyi öğrenmez ve inandığını söylemezse, baliğ olduğu zaman
müslüman olmaz, mürted olur.
Sadece Allah’a inandım demek kâfi
değildir. Amentü’de bildirilen altı husustan birini, mesela kaderi
inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ül-muhtar)
Sual: Kâfir (Beni İslam’a uygun defnedin) dese, mümin sayılır mı?
CEVAP
Hayır. Kelime-i şehadeti veya manasını söylerse evet.
Sual:
Yeni Müslüman oldum, fıkıh bilgilerim yok sayılır, her şeyi yeni
öğreniyorum, küfre sebep olan şeylerin hepsini de bilmiyorum.
Bilmeyerek küfre düşürecek bir şey yaparsam veya söylersem, benim
durumum o zaman ne olur? Bilmeyerek yaparsam imanımı kaybetmiş olur
muyum?
CEVAP
Hayır imanınızı kaybetmiş olmazsınız. Polonya
gibi bir yerde, yeni Müslüman olmuş bir kimse, elbette küfre düşüren
bir çok şeyi bilemez. Bilmediği için de hemen ona küfre düştün denmez.
Peki ne yapmalı? (Allahü teâlâya ve Resulüne ve Onun Allahü
teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım, beğendim, kabul ettim. Allahü
teâlânın ve Resulünün dostlarını severim ve düşmanlarını sevmem demek
kâfidir.) Dinimizin bildirdiği bir şeyde şüpheye düşen kimse, (Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu şey ile neyi bildirmek istemiş ise, öylece iman ettim, inandım) demelidir.
Not: Diğer maddelerde Amentü’nün bu 6 esası hakkında geniş bilgi verilmiştir.
CEVAP
İlk
önce imanı, yani Allahü teâlâyı, Onun sıfatlarını, Resulullah
efendimizin Allah’ın Peygamberi olduğunu, Amentü’de bildirilen altı
esası, sonra da İslam’ın beş şartını öğretip namaz kılmasını
sağlamalıdır. Çünkü bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kitab ehli
olan bir kavme görevle gidince, önce, La ilahe illallah Muhammedün
Resulullah demeye davet et. Bunu kabul ederlerse, günde beş vakit
namazın farz olduğunu bildir. Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın
Müslümanların zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen zekatı farz
kıldığını söyle.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]
Bu hadis-i
şerifte ilk önce, Allah’a imanla birlikte Resulünü de tasdik
bildirilmiştir. Resulullahı tasdik etmeyen mümin ve Müslüman olamaz.
Sual: Yeni müslüman olanın veya akıl-baliğ olan çocuğun, önce Kelime-i şehadet söylemesi ve bunun manasını öğrenip, inanması gerekir mi?
CEVAP
Evet
gerekir. Bundan sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı
olan itikad, yani iman edilmesi gereken bilgileri öğrenip, bunlara
inanması gerekir.
Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden
birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yani İslam’ın beş
şartını ve helal, haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması ve
uygun yaşaması gerekir.
Bunları öğrenmek ve uymak gerektiğine
inanmayan, önem vermeyen mürted olur. Yani kelime-i şehadet getirerek
müslüman olduktan sonra, tekrar kâfir olur.
Nikahlı müslüman
bir kız, baliga olduğu zaman, Müslümanlığı bilmezse, nikahı bozulur.
Yani mürted olur. Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da,
tekrar etmeli ve (bunlara inandım) demelidir. (Dürr-ül-muhtar)
İbni Abidin hazretleri bunu açıklarken diyor ki:
Kız
küçük iken, ana-babasına tâbi olarak müslümandır. Baliga olunca,
ana-babasının dinine tâbi olması devam etmez. İslamiyet’i bilmeyerek
baliga olunca, mürted olur. İman edilecek şeyleri işitip de, inanmamış
kimse, kelime-i tevhid söylese, yani (La ilahe illallah Muhammedün
resulullah) dese, müslüman olmaz. (Amentü billahi...) de bulunan altı
şeye inanan ve (Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının hepsini
kabul ettim, beğendim) diyen kimse müslüman olur.
Her müslüman,
çocuklarına Amentü’yü ezberletmeli, manasını iyice öğretmelidir! Çocuk
bu altı şeyi öğrenmez ve inandığını söylemezse, baliğ olduğu zaman
müslüman olmaz, mürted olur.
Sadece Allah’a inandım demek kâfi
değildir. Amentü’de bildirilen altı husustan birini, mesela kaderi
inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ül-muhtar)
Sual: Kâfir (Beni İslam’a uygun defnedin) dese, mümin sayılır mı?
CEVAP
Hayır. Kelime-i şehadeti veya manasını söylerse evet.
Sual:
Yeni Müslüman oldum, fıkıh bilgilerim yok sayılır, her şeyi yeni
öğreniyorum, küfre sebep olan şeylerin hepsini de bilmiyorum.
Bilmeyerek küfre düşürecek bir şey yaparsam veya söylersem, benim
durumum o zaman ne olur? Bilmeyerek yaparsam imanımı kaybetmiş olur
muyum?
CEVAP
Hayır imanınızı kaybetmiş olmazsınız. Polonya
gibi bir yerde, yeni Müslüman olmuş bir kimse, elbette küfre düşüren
bir çok şeyi bilemez. Bilmediği için de hemen ona küfre düştün denmez.
Peki ne yapmalı? (Allahü teâlâya ve Resulüne ve Onun Allahü
teâlâdan getirdiklerinin hepsine inandım, beğendim, kabul ettim. Allahü
teâlânın ve Resulünün dostlarını severim ve düşmanlarını sevmem demek
kâfidir.) Dinimizin bildirdiği bir şeyde şüpheye düşen kimse, (Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu şey ile neyi bildirmek istemiş ise, öylece iman ettim, inandım) demelidir.
Not: Diğer maddelerde Amentü’nün bu 6 esası hakkında geniş bilgi verilmiştir.
Geri: doğru iman bilgileri
İmanın ve İslam'ın şartları |
Sual: Her müslümanın bilmesi gereken zaruri iman bilgilerini kısaca bildirir misiniz? CEVAP Zaruri gereken iman bilgisi, imanın ve İslam’ın şartlarıdır. Kısaca aşağıda bildiriyoruz. Geniş olarak Amentü’nün esasları kısmında bilgi var. İmanın şartları şunlardır: 1- Allah’a inanmak Allahü teâlâ, vacib-ül-vücud [varlığı lazım olan] ve hakiki mabud ve bütün varlıkların yaratıcısıdır. Ondan başka ilah yoktur. Allahü teâlâ zamandan, mekandan münezzehtir. Hiçbir şeye benzemez. Allahü teâlânın, sıfat-ı zatiyyesi altıdır: Vücud, Kıdem, Beka, Vahdaniyyet, Muhalefet-ün lil-havadis, Kıyam bi-nefsihi. [Vücud var olmak, Kıdem varlığının öncesi olmamak, Beka varlığı sonsuz olmak, hiç yok olmamak, Vahdaniyyet ortağı, benzeri olmamak, Muhalefet-ün lil-havadis hiçbir şeyinde, hiçbir mahluka, hiçbir bakımdan benzememek, Kıyam bi-nefsihi varlığı kendinden olmak, hep var olması için, hiçbir şeye muhtaç olmamaktır.] Sıfat-ı sübutiyyesi de sekizdir: Hayat, İlm, Sem, Basar, Kudret, İrade, Kelam, Tekvin. [Hayat diri olmak, ilm bilmek, sem işitmek, basar görmek, kudret gücü yetmek, irade istemek, kelam söylemek, tekvin yaratmaktır.] Bu sıfatları da kadimdir. 2- Meleklere inanmak Melekler, hayat sahibi, diri, nurani yaratıklar olup, akıl sahibidir. Allahü tâlânın sevgili ve kıymetli kullarıdır, ortakları ve kızları değildir. Allahü teâlânın emirlerine itaat ederler, isyan etmezler. Günah işlemezler. Kendilerine verilen emirleri yapmaktan başka işleri yoktur. Erkek ve dişi değildir. Evlenmezler, doğurmazlar, çoğalmazlar, çocukları olmaz, yiyip içmezler. Meleklerin kanatları var, ama, nasıl olduğunu bilemeyiz. Her insanın bütün işlerini yazan meleklere, Kiramen katibin denir. Sual meleklerine Münker ve Nekir denir. Meleklerin en üstünleri şunlardır: Cebrail, İsrafil, Mikail, Azrail. 3- Kitaplara inanmak Allahü teâlânın gönderdiği kitaplar çoktur. Din kitaplarımızda bildirilen ise, 104 kitaptır. Bunlardan 100’ü küçük kitaptır. Bu küçük kitaplara suhuf denir. 100 suhuf şu Peygamberlere inmiştir: 10 suhufu, Âdem aleyhisselama, 50 suhufu, Şit aleyhisselama, 30 suhufu, İdris aleyhisselama, 10 suhufu, İbrahim aleyhisselama. Dört büyük kitap ise şu Peygamberlere inmiştir: Tevrat, Musa aleyhisselama, Zebur,Davud aleyhisselama, İncil,İsa aleyhisselama, Kur'an-ı kerim, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselama. Kur'an-ı kerim, bütün ilahi kitapların hükümlerini nesh etmiş, yani yürürlükten kaldırmış ve bu hükümleri kendisinde toplamıştır. Bugün, bütün insanların Kur'an-ı kerimin emrine uymaları lazımdır. Kur’an-ı kerimde de (Resulüme uyun) buyuruluyor. Şu halde, hadis-i şeriflere de uymak gerekir. Şimdi, hiçbir memlekette, hakiki Tevrat ve İncil yoktur. Bozulmuş İnciller vardır. Bu kitaplar sonradan tahrif edilmiş, yani insanlar tarafından değiştirilmiştir. Bozulmamış olsaydı bile, geçerliliği yoktu, hepsi Allahü teâlâ tarafından nesh edilmiş yani yürürlükten kaldırılmıştır. Kur'an-ı kerimin gelmesi âyet âyet olmuş ve 23 senede tamamlanmıştır. Kur'an-ı kerim, kıyamete kadar geçerlidir. Geçersiz olmaktan ve insanların değiştirmelerinden korunmuştur. Kur'an-ı kerimde eksiklik veya fazlalık olduğuna inanan, Allahü teâlâya inanmamış olur. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki: (Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9] (Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42] 4- Peygamberlere inanmak Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam ve sonuncusu, bizim Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamdır. Bu ikisinin arasında, çok Peygamber gelmiş ve geçmiştir. Sayıları belli değildir. 124 binden çok oldukları meşhurdur. Peygamberlere iman etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş sadık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur. Âdem aleyhisselamdan, son Peygamber Muhammed aleyhisselama kadar bütün Peygamberler, hep aynı imanı bildirmiş, ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini istemişlerdir. Yahudiler, Musa aleyhisselama inanıp, İsa aleyhisselama ve Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Hıristiyanlar, İsa aleyhisselama inanıp, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Müslümanlar ise, bütün Peygamberlere inanırlar yani kabul ederler. Peygamberlerin sıfatları şunlardır: Emanet [emindir], Sıdk [her işi doğrudur, yalan söylemez], Tebliğ [Dini eksiksiz bildirir], Adalet [her işte hakkı gözetir], İsmet [günah işlemez], Fetanet [çok akıllı, anlayışlı, zeki], Emnül-azl [peygamberlikten azledilmez yani peygamberlik ellerinden alınmaz.] Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir Resul vasıtası ile, insanlara dinler göndermiştir. Bunlar aracılığı ile, insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete kavuşmaları yolunu bildirmiştir. Kendileri ile yeni bir din gönderilen Peygamberlere (Resul) denir. Resullerin büyüklerine (Ülülazm) Peygamberler denir. Bunlar, Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed aleyhimüssalatü vesselamdır. Yeni bir din getirmeyip, insanları, daha önceki dine davet eden Peygambere Nebi denir. Peygamber efendimizden sonra, hiç Peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40] 5- Ahiret gününe inanmak Herkes öldükten sonra dirilecek, hesaptan sonra Cennet veya Cehenneme gidecektir. Cennet ve Cehennem şimdi vardır. İkisi de sonsuzdur. Müslümanlar Cennette ebedi, kâfirler de Cehennemde ebedi kalacaklardır. Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmedi. Fakat, Peygamber efendimiz kıyametin birçok alametlerini ve başlangıçlarını haber verdi: Hazret-i Mehdi gelecek, İsa aleyhisselam gökten inecek, Deccal çıkacak. Yecüc Mecüc denilen kimseler her yeri karıştıracak. Güneş batıdan doğacak. Büyük depremler olacak. Din bilgileri unutulacak, kötülük çoğalacaktır. 6- Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zararın hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, insanların ve diğer mahlukatın yapacağı işleri bilmesi ve dilemesidir. Bunun yaratılmasına kaza, ikisine birden kaza ve kader denir. Her şeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise de, insanlara İrade-i cüziyye vermiştir. İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevap işlerse mükafatını görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez. İslam’ın Şartları 1- Kelime-i şehadet getirmek [Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü] demek. Manası şudur: (Ben şehadet ederim ki, [Yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki] Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve resulüdür.) [Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.] 2- Namaz kılmak Akıl baliğ olmuş yani ergenliğe girmiş akıllı her müslümana günde beş vakit namaz kılmak çok önemli bir farzdır. Namaz dinin direğidir. Namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Kılmayanın imanla ölmesi çok zordur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Namaz kılan kıyamette kurtulur, kılmayan perişan olur.) [Taberani] 3- Zekat vermek Nisap miktarı yani borçlarını düştükten sonra alacaklarıyla beraber elinde 96 gram değerde, para veya ticaret malı olanın kırkta birini zekat vermesi farzdır. Meyve ve tarla mahsulünün de onda birini fakire vermek farzdır. Bu onda bir zekata da uşur denir. (Zekat vermeyene Allahü teâlâ lanet eder.) [Nesai] 4- Oruç tutmak Ramazan ayında, bir ay oruç tutmak farzdır. Tutmamak büyük günahtır. 5- Hac etmek Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bıraktığı çoluk-çocuğunu geçindirmeye yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kere, Kâbe-i şerifi tavaf etmesi ve Arafat’ta durması farzdır. İnandım demek yeter mi? Sual: Hadis-i şeriflerde Kelime-i şehadeti getiren Müslüman olur deniyor. Bir kimse, inanmadan kelime-i şehadet söylese veya inansa, ancak Amentü’deki esaslara inanmasa yine Müslüman mıdır? CEVAP İman tarif edilirken, dil ile ikrar kalb ile tasdik deniyor. Kalb ile tasdik etmedikçe Müslüman olamaz. Kelime-i şehadet, Allahü teâlânın var ve bir olduğuna, Ondan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın Allah Resulü ve son Peygamberi olduğuna ve bildirdiklerinin hepsine inanmak, hepsini beğenmek demektir. Yoksa, tarihi bir olayı anlatır gibi, öyle bir Peygamber vardır demek değildir. Ben O yüce Peygambere ve bildirdiklerinin hepsine iman ettim, hepsini beğendim, hepsi doğrudur, yanlış olma ihtimali yoktur diye kesin inanmak demektir. Dolayısıyla, Amentü’deki bütün esaslara inanması gerekir. İnanmadıkça, hatta inanıp da beğenmezse yine Müslüman olamaz. İmanın şartlarının birini kabul etmeyen veya dindeki meşhur bir farzı, bir sünneti veya bir haramı kabul etmeyen, beğenmeyen de Müslüman olamaz. İslamiyet’i bir bütün olarak kabul etmesi ve beğenmesi gerekir. Hadis-i şerifler, İslam âlimlerinin açıklaması olmadan okunup anlamaya çalışılırsa tehlikeli olur, insanı küfre kadar götürür. Mesela aşağıdaki hadis-i şerifi, yukarıdaki açıklamalar dahilinde anlamak gerekir: (Rab olarak Allahü teâlâya, din olarak İslâm'a, [son] Resul olarak Muhammed aleyhisselama [Onun bildirdiklerinin hepsine] inanıp razı olan, beğenen kimse [Müslüman’dır ve bu imanla ölürse] Cenneti hak eder.) [Müslim, Nesai] |
Geri: doğru iman bilgileri
İman ve İslam farklı mıdır?
Sual: Ehl-i sünnet âlimleri, imanı ve İslam’ı nasıl tarif etmiştir?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri, Peygamber efendimizin bildirdiği tarifi aynen aktarıyor. İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Amentü olarak bildirilen hadis-i şerifin meali şöyledir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana],
kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra
dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun
kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Meşhur Cibril hadisi de, imanın ve İslam’ın şartlarını açıklıyor:
Hazret-i Ömer anlatır:
Bir gün, Resulullahın yanında oturuyorduk. Tanımadığımız bir adam gelip sordu:
- İslam ne demektir ya Resulallah?
-
Kelime-i şehadet söylemek, her gün beş vakit namaz kılmak, Ramazan
ayında oruç tutmak, zekat vermek ve gücü yeterse Hacca gitmek.
- Doğru söyledin. İman ne demektir? [Biz bu kimsenin hem sorup hem de doğru diye tasdik etmesine hayret ettik.]
-
İman, Allah’a ve Meleklere ve Kitaplara ve Peygamberlere ve kıyamet
gününe ve hayrın şerrin, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır.
- Doğru söyledin. İhsan ne demektir?
- Allahü teâlâya, Onu görür gibi ibadet etmendir. Sen Onu görmüyor isen de, O seni hep görmektedir.
- Kıyamet günü ne zaman olacaktır?
- Bunu, kendisinden sorulan, sorandan daha iyi bilmez.
Kıyametin alametlerini sordu. Resulullah da bildirdi. O kimse gittikten sonra, Resulullah bize dönerek, (Bunları sorup giden, Cebrail aleyhisselam idi. Size dininizi bildirmek için gelmişti) buyurdu. (Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bazısı
hayrın anahtarı, şerrin kilididir. Bazısı da, şerrin anahtarı, hayrın
kilididir. Allah’ın hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun,
şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun.) [İbni Mace, Ebu Davud, Taberani, İbni Hibban]
Bu
hadis-i şerif de gösteriyor ki, hayır da şer de Allah’tandır. Şu âyet-i
kerime de, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir:
(Eğer
Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele
verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize
kavuşmayı ummayanları [ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri] biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.) [Yunus 11]
Hayrı
da şerri de yaratan Allah’tır. Kul hayır veya şer ister, Allah da kabul
ederse kul irade-i cüziyyesi ile onu işler. Allah izin vermezse, kul
hayrı da, şerri de işleyemez. Onun için Peygamberimiz, (Hayır da, şer de Allah’tandır)
buyurmuştur. Yoksa kimseye zorla hayır veya şer işletmez. Öyle olsa,
şer işleyen kimse, “falancaya hayır işlettin bana niye şer işlettin”
der. Cebriye fırkası, hayrı da şerri de Allah zorla işletir der,
Mutezile ise, hayra da şerre de Allah karışmaz, ikisini de kul yaratır
der. Bunun ikisi de yanlıştır.
Sual: İman-İslam, Mümin-Müslüman aynı mıdır, ayrı mıdır?
CEVAP
İman,
sözlükte, bir kimseyi tam doğru sözlü bilmek, ona inanmak, korkusuz
olmak demektir. İslam ise, teslim olmak ve kurtulmak demektir.
Istılahta yani deyim olarak farklıdır.
İman,
Amentü’de bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından
bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek, beğenmek ve
inandığını dil ile de söylemek demektir.
Dinimizdeki
hükümlerin tamamına İman ve İslam denir. Hepsi kısaltılarak, Amentü’de
altı madde haline getirilmiştir. Amentü’de bildirilenlere inanana Mümin
veya Müslüman denir. İman ve İslam birdir.
İman
sadece inanmak, İslam da uygulamak olsa idi, İslam’ın şartı beş değil
dört olurdu. Birinci şart kelime-i şehadet getirmek yani inanmak,
ötekiler ise ameldir. Hepsine birden İslam’ın şartı deniyor. İman edip
de diğer dört şartı da yapana Müslüman deniyor.
Amel
edilecek, yani kalb ile ve beden ile yapılacak ve sakınılacak şeylere,
İslamiyet denir. İman, kalb ile olur. İslam, kalb ve lisan ile birlikte
olur. İman kalbe mahsustur. İslam ise, kalbin, lisanın ve bedenin
umumuna şamildir. Kalbdeki iman ile kalbdeki İslam birbirlerinin
aynıdır.
İman, muma benzer, Ahkam-ı
İslamiye mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de,
İslamiyet’tir. İmansız, İslam olamaz. İslam olmayınca, iman da yoktur.
İman
eden, Allahü teâlânın emirlerine teslim olur, yani Müslüman olur.
Kısacası, her mümin Müslümandır; her Müslüman, mümindir. İman ve amel
bilgilerine İslamiyet denir.
İman ve İslam
Sual: Hucurat suresinde, (Bedeviler, “İnandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz; fakat “İslam olduk” deyin) deniyor. İmanla İslam, yani Müslümanla mümin farklı mı da böyle bildiriliyor?
CEVAP
Kelime
olarak farklıysa da, mana olarak farklı değildir. İslam olmak, terim
olarak değil de, kelime anlamı itibariyle, teslim olmak, boyun eğmek,
anlaşmayı kabul etmek demektir. İslam kelimesinin manası bilinirse
mesele kalmaz. Bu âyet-i kerimede, ganimet hevesiyle Müslüman görünen
bazı Bedeviler, sadaka almak için, (Biz iman ettik) dedikleri zaman, onlara, (Hayır,
siz iman etmediniz, kalben tasdik etmediniz, kılıç korkusundan ve İslam
nimetinden faydalanmak için Müslüman göründünüz. İman ettik demeyin,
biz size teslim olduk, boyun eğdik deyin) denmiştir.
Tefsir kitaplarında bildiriliyor ki:
Âyet-i
kerime, Esed bin Huzeyme oğullarından, bedevi olan Araplar hakkında
inmiştir. Bunlar, Resulullahın huzuruna bir kıtlık yılında gelmiş ve
zahiren kelime-i şehadet getirmişti; ancak inanmış değillerdi. Medine
yollarını pisliklerle berbat etmiş, fiyatların yükselmesine sebep
olmuşlardı. Resulullaha, (Biz sana yüklerimizle, ailelerimizle birlikte
geldik. Başkaları seninle çarpıştığı gibi, biz de seninle savaşmadık.
Bunun için bize zekât mallarından bir şeyler ver) demeye ve Peygamber
efendimize minnet etmeye başlamışlardı. Allahü teâlâ da, onlar hakkında
bu âyet-i kerimeyi indirdi. Allahü teâlânın, (Fakat teslim olduk deyin)
buyurması, (Öldürülmek ve çoluk çocuğumuz esir alınmak korkusuyla
teslimiyet gösterdik deyin) demektir. İşte bu, münafıkların vasfıdır;
çünkü onlar kalble tasdik etmeden, inanmış görünmekle, ölüm ve
esaretten kurtuldular. İmanın gerçeğiyse, kalble tasdiktir. Müslüman
olduk demek, Peygamberin getirdiklerini zahiren kabul etmektir. Bu da
ancak, dünyada kişinin kanını dökülmekten kurtarır. (Kurtubi)
Sual: Hıristiyanlarla iman birliğimiz var diyen bir yazar, şunları yazıyor:
“Bir Alman Müslüman bana, (Sizler hep İslam’ı anlatıyorsunuz. Halbuki insanların ihtiyacı İslam’a değil, imanadır) dedi. Bir hoca da vaazında, (Yeryüzü
bir kitaptır. Bitkiler, varlıklar da bu kitabın harfleridir,
satırlarıdırlar. Bu kitabı iyi okuyan imanı öğrenir. Kâinatın bir
yaratıcısı olduğunu anlar. Bitkiler çamur yer bize meyve verir.
Hayvanlar ot yer, bize et verir, süt verir. Bunların bir yaratıcısı
oluğunu düşünmek imandır) dedi. Bu hoca gibi kimse imanı anlatmıyor, herkes, imanı değil hep İslam’ı anlatıyor. Kaybımız da buradan oluyor.”
Şimdi
soruyorum: İslam’ı anlatmak kayıp mıdır? İnsanların İslam’a ihtiyacı
yok demek küfür değil midir? İman İslam’dan farklı mıdır?
CEVAP
Sadece
Allah’ın varlığını anlatmak iman değildir. Bir Yahudi de, bir
Hıristiyan da Allah’ın varlığına inanır. Çünkü kâinattaki her şey,
bütün fen ilimleri, Allah’ın varlığını göstermektedir. İnsan aklı ile
bir yaratıcının olduğunu bilebilir. Ama Allah’a nasıl iman edileceğini,
nasıl ibadet edileceğini bilemez. Bunun için İslamsız iman olmaz. İman Amentü’de
bildirilmiştir. Amentü’deki altı esastan biri eksik olursa o iman
olmaz. Sadece kâinat kitabını okumakla iman edilmiş olmaz. İmanın altı
esasını anlatmak da yetmez. Elde edilen iman muhafaza edilmezse imanı
anlatmanın ne önemi var?
İmanı muhafaza edebilmek için iki şey lazımdır:
1- Doğru imana yani Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak.
2- Salih amellere sarılmak.
İman,
muma benzer, ibadetler mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte
fener de, İslamiyet’tir. Olmazsa fener, mum çabuk söner. İmansız İslam
olmaz, İslam olmayınca, iman da yoktur. Bunun için Kur’an-ı kerimde, (İman edip salih amel işleyenler)
ifadeleri geçmektedir. Demek ki imanı muhafaza edebilmek için, salih
ibadetlere sarılmak şarttır. Bunun için de fıkhı iyi bilmek gerekir.
Bilmeden yapılan ibadet boşa gider, hem de iman muhafaza edilemez.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.) [Beyheki]
(Allah indinde en üstün kimse fakihtir.) [M.Zühdiyye] (Fakih = fıkhı bilen)
(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]
(Âlimlerin en hayırlısı fakihlerdir.) [İ.Maverdi]
(Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi]
Resulullah efendimiz fıkhı böyle överken, fakih için, Allah indinde en üstün kimse ve fıkıh için de, en kıymetli ibadet buyururken, fıkha ihtiyacımız yok diye fıkhı kötülemek elbette küfür olur.
İmam-ı a’zam hazretleri fıkıh için (lehine ve aleyhine olanı bilmektir)
diyor. Kârını zararını bilmeden iş yapana deli denir. Dinde de kârını
zararını bilmemek felakettir. Fıkıh bilmeden ibadet yapılamaz, iman da
korunamaz. Allah’ın varlığını ispata çalışmakla da iman kurtarılmaz.
Küfre düşürücü söz ve hareketleri bilmeyen her zaman küfre düşer.
Mesela Allah düşünür demek veya İslamiyet bir düşünce sistemidir demek,
ilahi şuur demek küfürdür. Allahü teâlâ, (İman edip salih amel işleyenler hariç herkes zarardadır) buyurdu. (Asr suresi)
Bir
dinsiz de, kâinata bakarak bir yaratıcıyı kabul edebilir. Onun için
sadece Allah’ın varlığını kabul etmek iman olmaz. İman kalb ile olur.
İslam kalb ve dil ile birlikte olur. İman kalbe mahsustur. İslam ise,
kalbin, dilin ve bedenin hepsine mahsustur. İman, altı şeyi öğrenip,
bunlara inanmak demektir. İman eden, dinin emirlerine uyarak Müslüman
olur. Cennete girme şartı müslüman olmaktır. İslam’ı bilmek ve uymak
şarttır. Bir âyette, (Allah indinde hak din ancak İslam’dır) buyuruluyor. Yoksa İslamiyet niye geldi? Hâşâ Allahü teâlâ İslam’ı lüzumsuz yere mi gönderdi?
Sual: İmanın şartlarıyla İslam’ın şartları farklı olduğuna göre, iman ile İslam farklı değil mi?
CEVAP
Hayır,
farklı değildir. Âdem aleyhisselamdan beri, Allahü teâlâ yüzlerce hak
din gönderdi. Hepsinin imanı müşterek idi. İmanda ayrılık olmaz. Bütün
dinlerde imanın şartları, amentünün esasları aynı idi. Şimdi, yediye
çıkaranlar, beşe indirenler varsa da, kıymetsizdir. Kalble, bedenle
yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri farklı olduğundan, her
dinin Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela âhir zaman peygamberinin
bildirdiği İslamiyet’te İslam’ın şartı beş iken, diğer dinlerde farklı
idi. Daha az veya daha çoktu. Mesela Musevilikte, İsevilikte hacca
gitmek şartı yoktu. Namaz vakitleri ve rekât sayısı değişikti. Ama
imanın şartında değişiklik yoktu; çünkü iman edilecek hususlar zamanla
değişmez.
Sual: Kur’anda bir âyette, (Müslüman olarak can verin) dendiği halde, başka bir âyette ise, (Müminler kardeştir) deniyor. Bu, müminle Müslümanın farklı olduğunu gösterir mi?
CEVAP
Göstermez. İslam âlimleri, (Her mümin Müslümandır, her Müslüman, mümindir)
buyuruyor. Kelime olarak mümin, iman eden, imanın altı şartını kabul
eden kimse demektir. Müslüman da, İslam’ın beş şartına inanan kimse
demektir. Bir kimse, imanın altı şartına inanıp da İslam’ın beş şartına
inanmazsa o kimse mümin de, Müslüman da olmaz. Tersine, bir kimse de
İslam’ın beş şartına inansa, imanın altı şartına, hatta birine bile
inanmasa, mümin de, Müslüman da olmaz.
İmam-ı Kurtubi hazretleri tefsirinde, (Müslüman olarak can verin) mealindeki âyet-i kerimenin, (Müminler olarak can verin) demek olduğunu bildiriyor. (Müminler kardeştir)
mealinde âyet-i kerimenin tefsirinde ise, (Müslümanlar kardeştir)
anlamına da geldiğini bildiriyor. Peygamber efendimiz de bu âyet-i
kerimeleri, aynı şekilde açıklamıştır. Bu konudaki hadis-i şeriflerden
birkaçı şöyledir:
(Müslümanlar kardeştir. Takva hariç, biri ötekinden üstün değildir.) [Taberani]
(Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. ) [Buhari, Müslim]
(Müslüman müslümanın kardeşidir. Kardeşine sattığı malın kusurunu gizlemesi helâl olmaz.) [Müslim]
(Allahü teâlâ, Müslüman kardeşine karşı surat asana lânet eder.) [Deylemi]
(Müslüman kardeşini evinde ziyaret edip, yemeğinden yiyen, yemek yedirenden daha fazla sevab kazanır.) [Hatib]
(Müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durmak helâl değildir.) [Ahmed]
(Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını gideren, hac ve umre sevabı kazanır.) [Hatib]
Sual: Ehl-i sünnet âlimleri, imanı ve İslam’ı nasıl tarif etmiştir?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri, Peygamber efendimizin bildirdiği tarifi aynen aktarıyor. İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Amentü olarak bildirilen hadis-i şerifin meali şöyledir:
(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana],
kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra
dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun
kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai]
Meşhur Cibril hadisi de, imanın ve İslam’ın şartlarını açıklıyor:
Hazret-i Ömer anlatır:
Bir gün, Resulullahın yanında oturuyorduk. Tanımadığımız bir adam gelip sordu:
- İslam ne demektir ya Resulallah?
-
Kelime-i şehadet söylemek, her gün beş vakit namaz kılmak, Ramazan
ayında oruç tutmak, zekat vermek ve gücü yeterse Hacca gitmek.
- Doğru söyledin. İman ne demektir? [Biz bu kimsenin hem sorup hem de doğru diye tasdik etmesine hayret ettik.]
-
İman, Allah’a ve Meleklere ve Kitaplara ve Peygamberlere ve kıyamet
gününe ve hayrın şerrin, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanmaktır.
- Doğru söyledin. İhsan ne demektir?
- Allahü teâlâya, Onu görür gibi ibadet etmendir. Sen Onu görmüyor isen de, O seni hep görmektedir.
- Kıyamet günü ne zaman olacaktır?
- Bunu, kendisinden sorulan, sorandan daha iyi bilmez.
Kıyametin alametlerini sordu. Resulullah da bildirdi. O kimse gittikten sonra, Resulullah bize dönerek, (Bunları sorup giden, Cebrail aleyhisselam idi. Size dininizi bildirmek için gelmişti) buyurdu. (Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bazısı
hayrın anahtarı, şerrin kilididir. Bazısı da, şerrin anahtarı, hayrın
kilididir. Allah’ın hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun,
şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun.) [İbni Mace, Ebu Davud, Taberani, İbni Hibban]
Bu
hadis-i şerif de gösteriyor ki, hayır da şer de Allah’tandır. Şu âyet-i
kerime de, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu bildirmektedir:
(Eğer
Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele
verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize
kavuşmayı ummayanları [ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri] biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.) [Yunus 11]
Hayrı
da şerri de yaratan Allah’tır. Kul hayır veya şer ister, Allah da kabul
ederse kul irade-i cüziyyesi ile onu işler. Allah izin vermezse, kul
hayrı da, şerri de işleyemez. Onun için Peygamberimiz, (Hayır da, şer de Allah’tandır)
buyurmuştur. Yoksa kimseye zorla hayır veya şer işletmez. Öyle olsa,
şer işleyen kimse, “falancaya hayır işlettin bana niye şer işlettin”
der. Cebriye fırkası, hayrı da şerri de Allah zorla işletir der,
Mutezile ise, hayra da şerre de Allah karışmaz, ikisini de kul yaratır
der. Bunun ikisi de yanlıştır.
Sual: İman-İslam, Mümin-Müslüman aynı mıdır, ayrı mıdır?
CEVAP
İman,
sözlükte, bir kimseyi tam doğru sözlü bilmek, ona inanmak, korkusuz
olmak demektir. İslam ise, teslim olmak ve kurtulmak demektir.
Istılahta yani deyim olarak farklıdır.
İman,
Amentü’de bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından
bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek, beğenmek ve
inandığını dil ile de söylemek demektir.
Dinimizdeki
hükümlerin tamamına İman ve İslam denir. Hepsi kısaltılarak, Amentü’de
altı madde haline getirilmiştir. Amentü’de bildirilenlere inanana Mümin
veya Müslüman denir. İman ve İslam birdir.
İman
sadece inanmak, İslam da uygulamak olsa idi, İslam’ın şartı beş değil
dört olurdu. Birinci şart kelime-i şehadet getirmek yani inanmak,
ötekiler ise ameldir. Hepsine birden İslam’ın şartı deniyor. İman edip
de diğer dört şartı da yapana Müslüman deniyor.
Amel
edilecek, yani kalb ile ve beden ile yapılacak ve sakınılacak şeylere,
İslamiyet denir. İman, kalb ile olur. İslam, kalb ve lisan ile birlikte
olur. İman kalbe mahsustur. İslam ise, kalbin, lisanın ve bedenin
umumuna şamildir. Kalbdeki iman ile kalbdeki İslam birbirlerinin
aynıdır.
İman, muma benzer, Ahkam-ı
İslamiye mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de,
İslamiyet’tir. İmansız, İslam olamaz. İslam olmayınca, iman da yoktur.
İman
eden, Allahü teâlânın emirlerine teslim olur, yani Müslüman olur.
Kısacası, her mümin Müslümandır; her Müslüman, mümindir. İman ve amel
bilgilerine İslamiyet denir.
İman ve İslam
Sual: Hucurat suresinde, (Bedeviler, “İnandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz; fakat “İslam olduk” deyin) deniyor. İmanla İslam, yani Müslümanla mümin farklı mı da böyle bildiriliyor?
CEVAP
Kelime
olarak farklıysa da, mana olarak farklı değildir. İslam olmak, terim
olarak değil de, kelime anlamı itibariyle, teslim olmak, boyun eğmek,
anlaşmayı kabul etmek demektir. İslam kelimesinin manası bilinirse
mesele kalmaz. Bu âyet-i kerimede, ganimet hevesiyle Müslüman görünen
bazı Bedeviler, sadaka almak için, (Biz iman ettik) dedikleri zaman, onlara, (Hayır,
siz iman etmediniz, kalben tasdik etmediniz, kılıç korkusundan ve İslam
nimetinden faydalanmak için Müslüman göründünüz. İman ettik demeyin,
biz size teslim olduk, boyun eğdik deyin) denmiştir.
Tefsir kitaplarında bildiriliyor ki:
Âyet-i
kerime, Esed bin Huzeyme oğullarından, bedevi olan Araplar hakkında
inmiştir. Bunlar, Resulullahın huzuruna bir kıtlık yılında gelmiş ve
zahiren kelime-i şehadet getirmişti; ancak inanmış değillerdi. Medine
yollarını pisliklerle berbat etmiş, fiyatların yükselmesine sebep
olmuşlardı. Resulullaha, (Biz sana yüklerimizle, ailelerimizle birlikte
geldik. Başkaları seninle çarpıştığı gibi, biz de seninle savaşmadık.
Bunun için bize zekât mallarından bir şeyler ver) demeye ve Peygamber
efendimize minnet etmeye başlamışlardı. Allahü teâlâ da, onlar hakkında
bu âyet-i kerimeyi indirdi. Allahü teâlânın, (Fakat teslim olduk deyin)
buyurması, (Öldürülmek ve çoluk çocuğumuz esir alınmak korkusuyla
teslimiyet gösterdik deyin) demektir. İşte bu, münafıkların vasfıdır;
çünkü onlar kalble tasdik etmeden, inanmış görünmekle, ölüm ve
esaretten kurtuldular. İmanın gerçeğiyse, kalble tasdiktir. Müslüman
olduk demek, Peygamberin getirdiklerini zahiren kabul etmektir. Bu da
ancak, dünyada kişinin kanını dökülmekten kurtarır. (Kurtubi)
Sual: Hıristiyanlarla iman birliğimiz var diyen bir yazar, şunları yazıyor:
“Bir Alman Müslüman bana, (Sizler hep İslam’ı anlatıyorsunuz. Halbuki insanların ihtiyacı İslam’a değil, imanadır) dedi. Bir hoca da vaazında, (Yeryüzü
bir kitaptır. Bitkiler, varlıklar da bu kitabın harfleridir,
satırlarıdırlar. Bu kitabı iyi okuyan imanı öğrenir. Kâinatın bir
yaratıcısı olduğunu anlar. Bitkiler çamur yer bize meyve verir.
Hayvanlar ot yer, bize et verir, süt verir. Bunların bir yaratıcısı
oluğunu düşünmek imandır) dedi. Bu hoca gibi kimse imanı anlatmıyor, herkes, imanı değil hep İslam’ı anlatıyor. Kaybımız da buradan oluyor.”
Şimdi
soruyorum: İslam’ı anlatmak kayıp mıdır? İnsanların İslam’a ihtiyacı
yok demek küfür değil midir? İman İslam’dan farklı mıdır?
CEVAP
Sadece
Allah’ın varlığını anlatmak iman değildir. Bir Yahudi de, bir
Hıristiyan da Allah’ın varlığına inanır. Çünkü kâinattaki her şey,
bütün fen ilimleri, Allah’ın varlığını göstermektedir. İnsan aklı ile
bir yaratıcının olduğunu bilebilir. Ama Allah’a nasıl iman edileceğini,
nasıl ibadet edileceğini bilemez. Bunun için İslamsız iman olmaz. İman Amentü’de
bildirilmiştir. Amentü’deki altı esastan biri eksik olursa o iman
olmaz. Sadece kâinat kitabını okumakla iman edilmiş olmaz. İmanın altı
esasını anlatmak da yetmez. Elde edilen iman muhafaza edilmezse imanı
anlatmanın ne önemi var?
İmanı muhafaza edebilmek için iki şey lazımdır:
1- Doğru imana yani Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak.
2- Salih amellere sarılmak.
İman,
muma benzer, ibadetler mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte
fener de, İslamiyet’tir. Olmazsa fener, mum çabuk söner. İmansız İslam
olmaz, İslam olmayınca, iman da yoktur. Bunun için Kur’an-ı kerimde, (İman edip salih amel işleyenler)
ifadeleri geçmektedir. Demek ki imanı muhafaza edebilmek için, salih
ibadetlere sarılmak şarttır. Bunun için de fıkhı iyi bilmek gerekir.
Bilmeden yapılan ibadet boşa gider, hem de iman muhafaza edilemez.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.) [Beyheki]
(Allah indinde en üstün kimse fakihtir.) [M.Zühdiyye] (Fakih = fıkhı bilen)
(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]
(Âlimlerin en hayırlısı fakihlerdir.) [İ.Maverdi]
(Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi]
Resulullah efendimiz fıkhı böyle överken, fakih için, Allah indinde en üstün kimse ve fıkıh için de, en kıymetli ibadet buyururken, fıkha ihtiyacımız yok diye fıkhı kötülemek elbette küfür olur.
İmam-ı a’zam hazretleri fıkıh için (lehine ve aleyhine olanı bilmektir)
diyor. Kârını zararını bilmeden iş yapana deli denir. Dinde de kârını
zararını bilmemek felakettir. Fıkıh bilmeden ibadet yapılamaz, iman da
korunamaz. Allah’ın varlığını ispata çalışmakla da iman kurtarılmaz.
Küfre düşürücü söz ve hareketleri bilmeyen her zaman küfre düşer.
Mesela Allah düşünür demek veya İslamiyet bir düşünce sistemidir demek,
ilahi şuur demek küfürdür. Allahü teâlâ, (İman edip salih amel işleyenler hariç herkes zarardadır) buyurdu. (Asr suresi)
Bir
dinsiz de, kâinata bakarak bir yaratıcıyı kabul edebilir. Onun için
sadece Allah’ın varlığını kabul etmek iman olmaz. İman kalb ile olur.
İslam kalb ve dil ile birlikte olur. İman kalbe mahsustur. İslam ise,
kalbin, dilin ve bedenin hepsine mahsustur. İman, altı şeyi öğrenip,
bunlara inanmak demektir. İman eden, dinin emirlerine uyarak Müslüman
olur. Cennete girme şartı müslüman olmaktır. İslam’ı bilmek ve uymak
şarttır. Bir âyette, (Allah indinde hak din ancak İslam’dır) buyuruluyor. Yoksa İslamiyet niye geldi? Hâşâ Allahü teâlâ İslam’ı lüzumsuz yere mi gönderdi?
Sual: İmanın şartlarıyla İslam’ın şartları farklı olduğuna göre, iman ile İslam farklı değil mi?
CEVAP
Hayır,
farklı değildir. Âdem aleyhisselamdan beri, Allahü teâlâ yüzlerce hak
din gönderdi. Hepsinin imanı müşterek idi. İmanda ayrılık olmaz. Bütün
dinlerde imanın şartları, amentünün esasları aynı idi. Şimdi, yediye
çıkaranlar, beşe indirenler varsa da, kıymetsizdir. Kalble, bedenle
yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri farklı olduğundan, her
dinin Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela âhir zaman peygamberinin
bildirdiği İslamiyet’te İslam’ın şartı beş iken, diğer dinlerde farklı
idi. Daha az veya daha çoktu. Mesela Musevilikte, İsevilikte hacca
gitmek şartı yoktu. Namaz vakitleri ve rekât sayısı değişikti. Ama
imanın şartında değişiklik yoktu; çünkü iman edilecek hususlar zamanla
değişmez.
Sual: Kur’anda bir âyette, (Müslüman olarak can verin) dendiği halde, başka bir âyette ise, (Müminler kardeştir) deniyor. Bu, müminle Müslümanın farklı olduğunu gösterir mi?
CEVAP
Göstermez. İslam âlimleri, (Her mümin Müslümandır, her Müslüman, mümindir)
buyuruyor. Kelime olarak mümin, iman eden, imanın altı şartını kabul
eden kimse demektir. Müslüman da, İslam’ın beş şartına inanan kimse
demektir. Bir kimse, imanın altı şartına inanıp da İslam’ın beş şartına
inanmazsa o kimse mümin de, Müslüman da olmaz. Tersine, bir kimse de
İslam’ın beş şartına inansa, imanın altı şartına, hatta birine bile
inanmasa, mümin de, Müslüman da olmaz.
İmam-ı Kurtubi hazretleri tefsirinde, (Müslüman olarak can verin) mealindeki âyet-i kerimenin, (Müminler olarak can verin) demek olduğunu bildiriyor. (Müminler kardeştir)
mealinde âyet-i kerimenin tefsirinde ise, (Müslümanlar kardeştir)
anlamına da geldiğini bildiriyor. Peygamber efendimiz de bu âyet-i
kerimeleri, aynı şekilde açıklamıştır. Bu konudaki hadis-i şeriflerden
birkaçı şöyledir:
(Müslümanlar kardeştir. Takva hariç, biri ötekinden üstün değildir.) [Taberani]
(Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. ) [Buhari, Müslim]
(Müslüman müslümanın kardeşidir. Kardeşine sattığı malın kusurunu gizlemesi helâl olmaz.) [Müslim]
(Allahü teâlâ, Müslüman kardeşine karşı surat asana lânet eder.) [Deylemi]
(Müslüman kardeşini evinde ziyaret edip, yemeğinden yiyen, yemek yedirenden daha fazla sevab kazanır.) [Hatib]
(Müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durmak helâl değildir.) [Ahmed]
(Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını gideren, hac ve umre sevabı kazanır.) [Hatib]
Geri: doğru iman bilgileri
Allah’a inandım demek yeter mi?
Sual: Bir
arkadaş, (Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için Allah’a inanıyorum,
ama dinlere, peygamberlere, kitaplara, ahirete inanmıyorum) diyor.
Böyle düşünen Allah’a inanmış sayılır mı?
CEVAP
O, kesinlikle Allah’a inanmıyor. Nasreddin Hocanın, (Doğduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun) dediği
gibi, (Ben öğrenciyim; ama öğretmene, derse, imtihana inanmam) denir
mi? Öğrenci ise, öğretmene, derse inanması gerekir. (Ben kanuna
inanırım; ama savcıya, mahkemeye inanmam) denir mi? Ortada bir kanun
varsa, bunu hazırlayanlar var, onları uygulayan mahkeme var demektir.
Samimi olarak Allahü tealaya inanıyorsa, elbette onun emir ve
yasaklarına da inanması gerekir.
İstisnalar hariç, bütün fen
adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının
bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen ne kadar ilerlerse
ilerlesin, insanlar, bir karıncayı, bir kuşu, bir arpa tanesini
yaratamaz. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı
yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar. Bir insan
bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına
dair bir prospektüsünü [tarifesini] de yanına koyar. Yine de
anlaşılması zor ise, kullanmasını öğretecek kurslar açar. Bir makine
yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı
Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş
bırakmamıştır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]
İnsan
denilen makinenin de, bir kullanma tarifesi vardır. Bu da Allahü
tealanın, peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği kitaplardır. Son
Peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur’an-ı
kerimdir. Kur’an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz
bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. (Allaha inanıyorum) diyenin, onun gönderdiği kitaplara, peygamberlere de inanması gerekir.
Ortada
bir eser varsa, bu eseri elbette meydana getiren biri vardır. Bu eserin
nasıl kullanılacağını elbette bildirmiştir. Öldükten sonra başına
gelecekleri düşünmeyene, kendisini ebedi tehlikeye atana akıllı
denebilir mi? Kur’an-ı kerimin çok yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizi]
(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ. Muhber]
(Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki]
Şu
halde ben Allah’a inanıyorum diyen akıllı kimsenin, kitaplara ve
peygamberlere de iman etmesi ve ibadetlerini yapması, haramlardan
kaçması gerekir. İmanın altı şartından birine bile inanmayan iman
sahibi olamaz. Ben sadece Allah’a inanıyorum demesi kendini aldatmaktan
başka şey değildir.
Sual: Bir
arkadaş, (Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için Allah’a inanıyorum,
ama dinlere, peygamberlere, kitaplara, ahirete inanmıyorum) diyor.
Böyle düşünen Allah’a inanmış sayılır mı?
CEVAP
O, kesinlikle Allah’a inanmıyor. Nasreddin Hocanın, (Doğduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun) dediği
gibi, (Ben öğrenciyim; ama öğretmene, derse, imtihana inanmam) denir
mi? Öğrenci ise, öğretmene, derse inanması gerekir. (Ben kanuna
inanırım; ama savcıya, mahkemeye inanmam) denir mi? Ortada bir kanun
varsa, bunu hazırlayanlar var, onları uygulayan mahkeme var demektir.
Samimi olarak Allahü tealaya inanıyorsa, elbette onun emir ve
yasaklarına da inanması gerekir.
İstisnalar hariç, bütün fen
adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının
bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen ne kadar ilerlerse
ilerlesin, insanlar, bir karıncayı, bir kuşu, bir arpa tanesini
yaratamaz. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı
yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar. Bir insan
bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına
dair bir prospektüsünü [tarifesini] de yanına koyar. Yine de
anlaşılması zor ise, kullanmasını öğretecek kurslar açar. Bir makine
yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı
Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş
bırakmamıştır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]
İnsan
denilen makinenin de, bir kullanma tarifesi vardır. Bu da Allahü
tealanın, peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği kitaplardır. Son
Peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur’an-ı
kerimdir. Kur’an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz
bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. (Allaha inanıyorum) diyenin, onun gönderdiği kitaplara, peygamberlere de inanması gerekir.
Ortada
bir eser varsa, bu eseri elbette meydana getiren biri vardır. Bu eserin
nasıl kullanılacağını elbette bildirmiştir. Öldükten sonra başına
gelecekleri düşünmeyene, kendisini ebedi tehlikeye atana akıllı
denebilir mi? Kur’an-ı kerimin çok yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizi]
(Akıllı kimse, Allah’a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ. Muhber]
(Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki]
Şu
halde ben Allah’a inanıyorum diyen akıllı kimsenin, kitaplara ve
peygamberlere de iman etmesi ve ibadetlerini yapması, haramlardan
kaçması gerekir. İmanın altı şartından birine bile inanmayan iman
sahibi olamaz. Ben sadece Allah’a inanıyorum demesi kendini aldatmaktan
başka şey değildir.
Geri: doğru iman bilgileri
Dinde on esas |
Taberani’de bildirilen bir hadis-i şerifte, İslamiyet’in şu on esasından biri noksan olan kimsenin, zararda olduğu bildirilmektedir: 1- La ilahe illallah, Muhammedün resulullah demek Müslüman olmak için, bu kelime-i tevhidi, inanarak söylemek gerekir. Müslüman olan bir kimseye, ilk önce (La ilahe illallah, Muhammedün resulullah) kelimesinin manasını bilmek ve inanmak farzdır. Bu kelimeye, Kelime-i tevhid denir. Kısaca manası, (Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da Onun Resulüdür) demektir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Amellerin kıymetlisi La ilahe illallah demektir.) [Hakim] (La ilahe illallahı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!) [Taberani] (La ilahe illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur.) [Bezzar] 2- Namaza devam etmek Namazı doğru kılan, Allahü teâlânın sayılamayacak kadar çok olan bütün nimetlerine şükretmiş sayılır. Nitekim, (Namaz, şükrün bütün aksamını camidir) buyuruluyor. Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekat verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlar için korku ve üzüntü yoktur.) [Bekara 277] 3- Zekat vermek Kur'an-ı kerimde, zekat çok yerde namazla birlikte emredilmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Allah’a ve Resulüne inanan, malının zekatını versin!) [Taberani] (Zekat vermekle müslümanlığınız mükemmel hâle gelir.) [Bezzar] (Zekat vermeyene Allahü teâlâ lanet eder.) [Nesai] 4- Oruç tutmak Ramazan ayında, bir ay oruç tutmak farzdır. (Bekara 185) Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Oruç tutan dostum, tutmayan ise düşmanımdır.) [Beyheki] (Ramazan orucunu tutup ölen, Cennete girer.) [Deylemi] (Ramazanda bir gün oruç tutmayan, onun yerine bütün yıl oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz.) [Tirmizi] 5- Haccetmek Mekke-i mükerreme şehrine gidip gelinceye kadar, geride bıraktığı çoluk-çocuğunu geçindirmeye yetişecek maldan fazla kalan para ile oraya gidip gelebilecek kimsenin, ömründe bir kere, Kâbe-i şerifi tavaf etmesi ve Arafat’ta durması farzdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Yoluna gücü yetenlerin Beytullahı haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.) [A.İmran 97] Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Haccı kabul olanın, bütün günahları affolur.) [Beyheki] (Hac yolunda harcanan mal için, yediyüz misli sevap verilir.) [Beyheki] (Hac etmek için Mekke’ye giderken ve oradan dönerken ölene, ahirette terazi kurulmaz, hesaba çekilmez ve günahları affedilir.) [İsfehani] 6- Cihad etmek Önemli bir ibadettir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.) [Maide 35] Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (En kıymetli amel cihaddır.) [Taberani] (İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.) [İ.Ahmed] (Cihadın en faziletlisi, farzları ifa etmektir.) [Taberani] 7- Emr-i maruf İyiliği emretmek, yaymak demektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (İmkanı var iken, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan bizden değildir.) [Tirmizi] 8- Nehy-i münker Kötülükten sakındırmak demektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Şehidden üstün mücahid, emr-i maruf ve nehy-i münker yapandır.) [İ.Gazali] 9- Cemaate katılmak Birlikte rahmet, ayrılıkta azab-ı ilahi vardır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Cemaatten ayrılan yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani] 10- Taat Allahü teâlânın beğendiği şeylerdir. Bunları yapan müslüman sevaba kavuşur. Allahü teâlânın beğendiği şeylerin hiçbirini yapmayan kimse, elbette büyük zarara uğrar. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Beni [taatle] zikredin ki, ben de sizi [rahmetle] zikredeyim) [Bekara 152] Hadis-i şerifte de buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, taatten gafil olan kimseyi sevmez.) [Deylemi] |
Geri: doğru iman bilgileri
32 ve 54 farz
Sual: 32 farz nelerdir?
CEVAP
Her müslümanın, otuz iki farzı bilmesi lazımdır. 32 farz şunlardır:
İmanın şartı: Altı (6)
İslamın şartı: Beş (5)
Namazın farzı: Oniki (12)
Abdestin farzı: Dört (4)
Guslün farzı: Üç (3)
Teyemmümün farzı: İki (2)
Teyemmümün farzına üç diyenler de vardır. Bu zaman, hepsi 33 farz olur.
İmanın şartları (6)
1- Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inanmak.
2- Meleklerine inanmak.
3- Allahü teâlânın indirdiği Kitaplarına inanmak.
4- Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmak.
5- Ahiret gününe inanmak.
6- Kadere, yani hayır ve şerlerin (iyilik ve kötülüklerin) Allahü teâlâdan olduğuna inanmak.
İslamın şartları (5)
7- Kelime-i şehadet getirmek.
8- Her gün beş kere vakti gelince namaz kılmak.
9- Malın zekatını vermek.
10- Ramazan ayında her gün oruç tutmak.
11- Gücü yetenin ömründe bir kere hac etmesidir.
Namazın farzları (12)
A- Dışındaki farzları yedidir. Bunlara şartları da denir.
12- Hadesten taharet.
13- Necasetten taharet.
14- Setr-i avret.
15- İstikbal-i Kıble.
16- Vakit.
17- Niyet.
18- İftitah veya Tahrime tekbiri.
B- İçindeki farzları beştir. Bunlara rükün denir.
19- Kıyam.
20- Kıraat.
21- Rüku.
22- Secde.
23- Ka’de-i ahire.
Abdestin farzları (4)
24- Abdest alırken yüzü yıkamak.
25- Elleri dirsekleri ile birlikte yıkamak.
26- Başın dörtte birini mesh etmek.
27- Ayakları topukları ile birlikte yıkamak.
Guslün farzları (3)
28- Ağzı yıkamak.
29- Burnu yıkamak.
30- Bütün bedeni yıkamak.
Teyemmümün farzları (2)
31- Niyet etmek.
32- İki elin içini temiz toprağa sürüp, yüzün tamamını mesh etmek.
Tekrar elleri temiz toprağa vurup, önce sağ ve sonra sol kolu mesh etmek.
Teyemmümün farzı üçtür diyenlere göre, bu son ikisi, iki ayrı farz olarak söylenir.
Sual: 54 farz hangileridir?
CEVAP
İslam
âlimleri, her müslümanın öğrenmesi, inanması ve tâbi olması lazım olan
farzlardan elli dört adedini seçmişlerdir. 54 farz şunlardır:
1- Allahü teâlâyı bir bilip, Onu hiç unutmamak. [Yani her şeyi İslamiyet’e uygun yapmaya çalışmak.]
2- Helalinden yiyip içmek.
3- Abdest almak.
4- Her gün vakti gelince, Beş vakit namaz kılmak.
5- Hayzdan, nifastan ve cünüplükten gusletmek.
6- Kişinin rızkına, Allahü teâlânın kefil olduğuna inanmak.
7- Helalinden temiz elbise giymek.
8- Hakka tevekkül ederek çalışmak.
9- Kanaat etmek.
10- Nimetleri için, Allahü teâlâya şükretmek [nimetlerini emrolunan yerlerde kullanmak].
11- Kaza ve kadere razı olmak.
12- Belalara sabretmek [isyan etmemek].
13- Günahlardan tevbe etmek.
14- İhlasla ibadet etmek.
15- İslam düşmanlarını düşman bilmek.
16- Kur'an-ı kerimi dört delilden biri bilmek.
17- Ölüme hazırlanmak yani farzları yapıp haramlardan kaçarak imanla ölmeye çalışmak.
18- Allahü teâlânın sevdiğini sevip, sevmediğini sevmemek ve bundan kaçmak. [Buna Hubb-i fillah ve buğd-i fillah denir.]
19- Ana babaya iyilik etmek.
20- Gücü yetenlerin, imkanı nispetinde dinin emirlerini yaymaya çalışması.
21- Mahrem olan salih akrabayı ziyaret etmek.
22- Emanete hıyanet etmemek.
23- Daima, Allah’tan korkarak, haramlardan sakınmak.
24- Allah’a ve Resulüne itaat etmek. [Yani her şeyi İslamiyet’e uygun yapmak]
25- Günahtan kaçıp, ibadet ile meşgul olmak.
26- Hükümdara karşı gelmemek.
27- Âleme ibretle bakmak.
28- Allahü teâlânın varlığını tefekkür etmek.
29- Dilini haram, fuhuş olan sözlerden korumak.
30- Kalbini dünyanın faydasız şeylerinden, zararlı isteklerinden temizlemek
31- Hiç kimseyi alay etmemek.
32- Harama bakmamak.
33- Hep sözüne sadık olmak.
34- Kulağını fuhuş söz ve çalgıdan korumak.
35- Farzları ve haramları öğrenmek.
36- Tartı, ölçü aletlerini, doğru olarak kullanmak.
37- Allahü teâlânın azabından emin olmayıp daima korkmak.
38- Allahü teâlânın rahmetinden, ümidini kesmemek.
39- Müslüman fakirlerine zekat vermek ve yardım etmek.
40- Nefsin haram olan isteklerine uymamak.
41- Aç olanı Allah rızası için doyurmak.
42- Yetecek kadar rızık [yiyecek, giyecek ve ev] için çalışmak.
43- Malının zekatını, ürünlerinin uşrunu vermek.
44- Âdetli ve lohusa halinde bulunan hanımı ile ilişkide bulunmamak.
45- Kalbini günahlardan temizlemek.
46- Kibirli olmaktan sakınmak.
47- Yetim çocuğun malını korumak.
48- Genç oğlanlara, şehvete sebep olacak durum ve hareketlerden uzak durmak
49- Günlük vakit namazlarını kazaya bırakmamak.
50- Şirk koşmamak.
51- Zinadan kaçınmak.
52- Alkollü içki içmemek.
53- Boş yere yemin etmemek.
54-
Haksız yere, zulümle yani gayri meşru olarak başkasının malını almamak.
Kul hakkından korkmak. [En önemli kul hakkı ve azabı en çok olan,
akrabasına ve emri altında olanlara emr-i maruf yapmamak, bunlara din
bilgisi öğretmemektir. Bid'at sahibinin, Ehl-i sünnet itikadını
değiştirmesi, dini, imanı bozması da böyledir.]
Sual: 32 farz nelerdir?
CEVAP
Her müslümanın, otuz iki farzı bilmesi lazımdır. 32 farz şunlardır:
İmanın şartı: Altı (6)
İslamın şartı: Beş (5)
Namazın farzı: Oniki (12)
Abdestin farzı: Dört (4)
Guslün farzı: Üç (3)
Teyemmümün farzı: İki (2)
Teyemmümün farzına üç diyenler de vardır. Bu zaman, hepsi 33 farz olur.
İmanın şartları (6)
1- Allahü teâlânın varlığına ve birliğine inanmak.
2- Meleklerine inanmak.
3- Allahü teâlânın indirdiği Kitaplarına inanmak.
4- Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmak.
5- Ahiret gününe inanmak.
6- Kadere, yani hayır ve şerlerin (iyilik ve kötülüklerin) Allahü teâlâdan olduğuna inanmak.
İslamın şartları (5)
7- Kelime-i şehadet getirmek.
8- Her gün beş kere vakti gelince namaz kılmak.
9- Malın zekatını vermek.
10- Ramazan ayında her gün oruç tutmak.
11- Gücü yetenin ömründe bir kere hac etmesidir.
Namazın farzları (12)
A- Dışındaki farzları yedidir. Bunlara şartları da denir.
12- Hadesten taharet.
13- Necasetten taharet.
14- Setr-i avret.
15- İstikbal-i Kıble.
16- Vakit.
17- Niyet.
18- İftitah veya Tahrime tekbiri.
B- İçindeki farzları beştir. Bunlara rükün denir.
19- Kıyam.
20- Kıraat.
21- Rüku.
22- Secde.
23- Ka’de-i ahire.
Abdestin farzları (4)
24- Abdest alırken yüzü yıkamak.
25- Elleri dirsekleri ile birlikte yıkamak.
26- Başın dörtte birini mesh etmek.
27- Ayakları topukları ile birlikte yıkamak.
Guslün farzları (3)
28- Ağzı yıkamak.
29- Burnu yıkamak.
30- Bütün bedeni yıkamak.
Teyemmümün farzları (2)
31- Niyet etmek.
32- İki elin içini temiz toprağa sürüp, yüzün tamamını mesh etmek.
Tekrar elleri temiz toprağa vurup, önce sağ ve sonra sol kolu mesh etmek.
Teyemmümün farzı üçtür diyenlere göre, bu son ikisi, iki ayrı farz olarak söylenir.
Sual: 54 farz hangileridir?
CEVAP
İslam
âlimleri, her müslümanın öğrenmesi, inanması ve tâbi olması lazım olan
farzlardan elli dört adedini seçmişlerdir. 54 farz şunlardır:
1- Allahü teâlâyı bir bilip, Onu hiç unutmamak. [Yani her şeyi İslamiyet’e uygun yapmaya çalışmak.]
2- Helalinden yiyip içmek.
3- Abdest almak.
4- Her gün vakti gelince, Beş vakit namaz kılmak.
5- Hayzdan, nifastan ve cünüplükten gusletmek.
6- Kişinin rızkına, Allahü teâlânın kefil olduğuna inanmak.
7- Helalinden temiz elbise giymek.
8- Hakka tevekkül ederek çalışmak.
9- Kanaat etmek.
10- Nimetleri için, Allahü teâlâya şükretmek [nimetlerini emrolunan yerlerde kullanmak].
11- Kaza ve kadere razı olmak.
12- Belalara sabretmek [isyan etmemek].
13- Günahlardan tevbe etmek.
14- İhlasla ibadet etmek.
15- İslam düşmanlarını düşman bilmek.
16- Kur'an-ı kerimi dört delilden biri bilmek.
17- Ölüme hazırlanmak yani farzları yapıp haramlardan kaçarak imanla ölmeye çalışmak.
18- Allahü teâlânın sevdiğini sevip, sevmediğini sevmemek ve bundan kaçmak. [Buna Hubb-i fillah ve buğd-i fillah denir.]
19- Ana babaya iyilik etmek.
20- Gücü yetenlerin, imkanı nispetinde dinin emirlerini yaymaya çalışması.
21- Mahrem olan salih akrabayı ziyaret etmek.
22- Emanete hıyanet etmemek.
23- Daima, Allah’tan korkarak, haramlardan sakınmak.
24- Allah’a ve Resulüne itaat etmek. [Yani her şeyi İslamiyet’e uygun yapmak]
25- Günahtan kaçıp, ibadet ile meşgul olmak.
26- Hükümdara karşı gelmemek.
27- Âleme ibretle bakmak.
28- Allahü teâlânın varlığını tefekkür etmek.
29- Dilini haram, fuhuş olan sözlerden korumak.
30- Kalbini dünyanın faydasız şeylerinden, zararlı isteklerinden temizlemek
31- Hiç kimseyi alay etmemek.
32- Harama bakmamak.
33- Hep sözüne sadık olmak.
34- Kulağını fuhuş söz ve çalgıdan korumak.
35- Farzları ve haramları öğrenmek.
36- Tartı, ölçü aletlerini, doğru olarak kullanmak.
37- Allahü teâlânın azabından emin olmayıp daima korkmak.
38- Allahü teâlânın rahmetinden, ümidini kesmemek.
39- Müslüman fakirlerine zekat vermek ve yardım etmek.
40- Nefsin haram olan isteklerine uymamak.
41- Aç olanı Allah rızası için doyurmak.
42- Yetecek kadar rızık [yiyecek, giyecek ve ev] için çalışmak.
43- Malının zekatını, ürünlerinin uşrunu vermek.
44- Âdetli ve lohusa halinde bulunan hanımı ile ilişkide bulunmamak.
45- Kalbini günahlardan temizlemek.
46- Kibirli olmaktan sakınmak.
47- Yetim çocuğun malını korumak.
48- Genç oğlanlara, şehvete sebep olacak durum ve hareketlerden uzak durmak
49- Günlük vakit namazlarını kazaya bırakmamak.
50- Şirk koşmamak.
51- Zinadan kaçınmak.
52- Alkollü içki içmemek.
53- Boş yere yemin etmemek.
54-
Haksız yere, zulümle yani gayri meşru olarak başkasının malını almamak.
Kul hakkından korkmak. [En önemli kul hakkı ve azabı en çok olan,
akrabasına ve emri altında olanlara emr-i maruf yapmamak, bunlara din
bilgisi öğretmemektir. Bid'at sahibinin, Ehl-i sünnet itikadını
değiştirmesi, dini, imanı bozması da böyledir.]
Geri: doğru iman bilgileri
Ölmeden önce Allah’a ulaşmak |
Sual: Bazıları, Kur’anda geçen her hidayet kelimesini, ruhun ölmeden önce Allah’a ulaşması olarak tarif ediyorlar. Bu manada bir âyet veya hadis var mıdır? Allah’a ulaşmak ne demektir? CEVAP Hayır, o manada bir âyet ve hadis yoktur. Hiçbir İslâm âlimi de, böyle bir şey söylememiştir. Hidayet; doğru yol, hak yol, İslamiyet demektir. Zıttı dalalettir. Hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak, iman etmek, Müslüman olmak demektir. Esma-i hüsnadan olan Hâdi ve Mehdi, hidayet eden, doğru yola ileten demektir. Allah’a ulaşmak diye bir tabir yok, Allah’a kavuşmak tabiri vardır. Bu da ölmeden önce ruhun Allah’a ulaşması değildir. Tefsir âlimleri Allah’a kavuşmayı şöyle açıklıyorlar: [Dirilmeyi inkâr edip, hesap için] Bize kavuşmayı ummayanlar, [ahiretten gafil oldukları için] dünya hayatına razı olup [dünyayı ahirete tercih ederek] bununla rahatlayanlar ve âyetlerimizden [Yaratanın varlığını gösteren delillerden] gafil olanlar, işledikleri [günahlar] yüzünden Cehenneme gideceklerdir.) [Yunus 7-8] (Öldükten sonra Allah’a kavuşmayı inkâr, dirilmeyi inkârdır.) Hidayet kelimesi geçen âyetlerden bazılarının mealleri: (İnne hüdallahi hüvel hüda = Allah’ın hidayet yolu [İslamiyet] doğru yolun tâ kendisidir.) Bu âyetin Türkçe’ye uygun tercümesi şöyledir: (Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur.) [Bekara120] (İnnelhüda, hüdallahi = Doğru yol, şüphesiz Allah’ın yoludur.) [Al-i İmran 73] (Ülaikellezine, hedahümullahü = İşte onlar, Allah'ın hidayete eriştirdiği [doğru yola ulaştırdığı] kimselerdir.) [Zümer 18] (Vellezine-h-tedev zadehüm hüda = Hidayete erenlerin [Doğru yola girenlerin] Allah hidayetlerini artırır.) [Muhammed 17] (Ve men yü’min billahi yehdi kalbehü = Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini hidayete [doğruluğa] ulaştırır.) [Tegabün 11] (Ve yezidullahüllezine-h-tedev hüda = Allah, hidayete [imana] kavuşanların hidayetini artırır.) [Meryem 76] (Vallahü yehdi men yeşâü ila sıratım müstekîm = Allah dilediğini doğru yola hidayet eder [eriştirir.]) [Bekara 213](Seyehdihim = Onları hidayete erdirir [doğru yola kavuşturur.]) [Muhammed 5] (Hedena li haza ve ma künna li nehtedi = Eğer Allah bize hidayet vermeseydi kendiliğimizden hidayete kavuşamazdık.) [Araf 43] (Ülaikellezine-ş-terev-üd-dalate bil hüda = Onlar doğruluk yerine sapıklığı satın alanlardır.) [Bekara 175] (İnneke la tehdî men ahbebte velakinnallahe yehdî men yeşâü = Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin [Müslüman yapamazsın], Allah ise, dilediğine hidayet verir.) [Kasas 56] (Vallahü la yehdil kavmezzalimin = Allah zalimleri hidayete kavuşturmaz.) [Tevbe 19] (Leyse aleyke hüdahüm = Onları hidayete erdirmek senin vazifen değildir.) [Bekara 272] Hidayetle ilgili birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete [doğru yola] kavuşursunuz.) [Darimi, Beyheki, İbni Adiy, Münavi] (Rabbim vahyetti ki: Ey Resulüm, Eshabın gökteki yıldızlar gibidir. Bazısı daha parlaktır. Onlardan birine uyan hidayet üzeredir.) [Deylemi](Birinin hidayetine [imana gelmesine] sebep olan Cennete girer.) [Buhari](Hidayete kavuşturmak, dalaletten uzaklaştırmak için çalışan salih âlimlerin sohbetinde bulunun.) [İ. Maverdi] Hidayet ne demektir? Sual: 14 asırdır gelen İslam âlimleri, hidayet kelimesini doğru yol olarak tercüme etmişlerdir. Hâlbuki hidayet, dünyada Allah’a ulaşmak demektir. Öyle değil mi? CEVAP Asla öyle değil. Burada bütün İslâm âlimleri suçlanmakta, hâşâ hidayet kelimesine yanlış mana vermekle suçlanmaktadır. Halbuki Allahü teâlâ, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruyor. Peygamber efendimiz, (Âlimler, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir) buyuruyor. Bugüne kadar, hiçbir İslam âlimi, hidayeti Allah’a ulaşmak olarak bildirmemiştir. Dört mezhebin kurucusu (İmam-ı a'zam, imam-ı Malik, imam-ı Şafii, imam-ı Ahmed) gibi büyük âlimler, mezhepteki büyük âlimler, mesela imam-ı Gazali, imam-ı Rabbani, imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed, imam-ı Nevevi gibi âlimler, Seyyid Abdülkadir-i Geylani, Cüneyd-i Bağdadi gibi yüzlerce kerameti görülen velilerden hangisi, hidayet kelimesi Allah'a ulaşmaktır demiştir? Hangi müfessir tefsirinde hidayeti Allah'a dünyada ulaşmak diye bildirmiştir? Binlerce âlimden biri gösterilemez. İslam âlimlerine düşmanlığın sebebi nedir? Sebebi hidayeti İslamiyet olarak bildirmeleri ve dinin emir ve yasaklarını aynen Resulullah efendimizin bildirdiği gibi açıklamaları değil mi? Niye İslam âlimleri ölçü alınmıyor da, sapık kimseler ölçü alınıyor? Bugüne kadar İslam dini eksik mi geldi? Bazı sapıklar, hocamız gelene kadar İslamiyet eksikti o tamamladı diyorlar. 1400 yıldır İslamiyet eksik mi geldi? Hâşâ Allahü teâlâ mı eksik bildirdi? Hâşâ, Peygamber efendimiz mi eksik bildirdi, eksik mi açıkladı? Hidayet yol demek değildir. Yani sebil ve sırat demek değildir. Köprü falan değildir. Hidayet = İslamiyet demektir. İslamiyet ise Allahü teâlânın gösterdiği doğru yol demektir. Onun için hidayete doğru yol deniyor. Zıddı da, dalalettir, sapıklıktır.Hidayet; Hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak görüp doğru yola girmek, dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak, iman etmek, Müslüman olmak demektir. Hidayet, Allah’ın istediği dindir, Allah’ın istediği yoldur. Yol kelimesi bunu güzel açıkladığı için bütün İslam âlimleri yol olarak bildirmişlerdir. Piyasadaki yanlış doğru bütün mealler hidayete, doğru yol anlamını vermişlerdir. Yani İslamiyet demişlerdir. Ulaşmak diye bir ucube meydana getirmemişlerdir. Hidayet İslamiyet’e girme, İslamiyet’i kabul etmek demektir. İslamiyet ise doğru yoldur. O halde hidayet doğru yol demektir. İki âyet-i kerime meali: (Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Allahü teâlâ dilediğine hidayet verir.) [Kasas 56] (Allah, kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslamiyet için genişletir.) [Enam 125] İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Allahü teâlâ, beni âlemlere rahmet ve hidayet için gönderdi.) [Ebu Nuaym] (Hidayet benim elimde değildir. Şeytan da Allahü teâlânın yasak kıldığı şeyleri süslü, cazip gösterir. Saptırmak da onun elinde değildir.) [İ.Adiy] İmanın şartı yedi değildir Sual: (Ruhun Allah'a ulaştırılmasına inanmak imandır. İmanın şartı 7 dir. Şer Allah’tan değil, nefstendir) demek doğru mudur? CEVAP Şer nefisten demek, Allahü teâlânın yaratıcılık sıfatına ortak olanlar var demektir. Allahü teâlâ, günahlarımız sebebiyle bize bela gönderiyor, belayı biz yaratmıyoruz, biz cezaya layık oluyoruz, Allahü teâlâ da ceza veriyor. Allah kullarına zulmetmez. Allahü teâlâ şöyle buyuruyor: (Kendilerine bir iyilik dokununca, "Bu Allah'tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden" derler. Küllün min indillah [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.) [Nisa 78] Sual: İman hadisinin Arapça’sının sonunda Allah'a ölmeden önce ulaşmak ifadesi yok mu? Türkçe’ye çevirenler bunu ilave etmemiş mi? CEVAP Yalanın böylesi de hiç görülmemiştir. Ölmeden önce Allah’a ulaşılmaz.İman hadisinin Arapça’sı şöyledir: (Amentü billahi ve Melaiketihi ve Kütübihi ve Rüsülihi vel Yevmil-ahiri ve bil Kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel-basü badelmevti hakkun. Eşhedü en La ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü) [Buhari, Müslim, Nesai] Şerrihi minallahi teâlâ = Şer de Allah’tandır deniyor. Bu meşhur hadis nasıl inkâr edilir ki? Türkçesi de şu: (Ben Allah’a ve meleklere ve kitaplara ve peygamberlere ve ahiret gününe, [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana] ve kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna ve ölüme, öldükten sonra dirilmeye iman ettim. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim.) [Buhari, Müslim, Nesai] Sual: Yunus 7-8 de, Eğer kişi Allah'a ulaşmayı dilemezse ateşe gider denmiyor mu? CEVAP Tefsir âlimleri Allah’a kavuşmanın ne demek olduğunu şöyle açıklıyorlar: ([Dirilmeyi inkâr edip, hesap için] Bize kavuşmayı ummayanlar, [ahiretten gafil olduklarından dolayı] dünya hayatına razı olup [dünyayı ahirete tercih ederek] bununla rahatlayanlar ve âyetlerimizden [Yaratanın varlığını gösteren delillerden] gafil olanlar, işledikleri [günahlar] yüzünden Cehenneme gideceklerdir.) [Yunus 7-8] (Öldükten sonra Allah’a kavuşmayı inkâr, dirilmeyi inkârdır. Ölmeden önce Allah’a kavuşulmaz.) Sual: Nisa 79 da hayır Allah'tan, şer nefsinizdendir buyuruluyor mu? CEVAP Hâşâ nefsimiz yaratıcı değildir, şerri de yaratamaz, hayrı da. Her şeyin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62] (Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96] (Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68] Kul belayı hak ederse, Allahü teâlâ da ona bela gönderir. İşte bir âyet meali: (Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. [Bununla beraber] Allah çoğunu affeder.) [Şura 30] (Demek ki bela, günahlarımız yüzünden gönderiliyor. Ama gönderen yine Allah’tır. Âyetin devamında, Allah çoğunu affeder deniyor. Demek ki belayı gönderen Odur, çoğunu da affediyor.) (Sana gelen her iyilik, Allah’ın [bir ihsanı olarak] gelmekte, her kötülük de [günahlarına karşılık olarak] kendinden gelmektedir.) [Nisa 79] (Bundan önceki âyette, Şerri de Allah yaratır buyuruluyor. Bu âyette ise, günahlarınız yüzünden kötülük geliyor buyuruluyor. Ama gönderen, kötülüğü yaratan yine Allahü teâlâdır.) Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan mümin değildir.) [Tirmizi] Allah’a kavuşmayı inkâr Sual: Kur’anda (Allah’a kavuşmayı inkâr eden kâfir olur) deniyor. Allah’a kavuşmak nedir? İmanın şartı 7’dir diyenler, (Allah’a dünyada kavuşmayı kabul etmeyen kâfirdir) diyorlar. Bu ne demektir? CEVAP Din yeni gelmedi. Dinde bilinmeyen bir husus yoktur. Dinin sahibi var, Peygamberi var. Onların emir ve yasakları var. Allah Resulünü devreden çıkarmak, Onun bildirdiklerine inanmamak, açıklamalarını beğenmemek dinsizliktir. Allah’a kavuşmanın ne demek olduğunu, Resulullah ve Onun vârisleri şöyle açıklıyor: Allah’a kavuşmayı inkâr etmek, dirilmeyi inkârdır, Cenneti, Cehennemi, yani ahireti inkârdır. Allah’ın manevi huzuruna çıkmayı inkârdır. Likaullah yani Allah'a kavuşmakla ilgili bazı âyet mealleri şöyledir: (Köşeli parantez içindeki açıklamalar Beydavi, Celaleyn, Medarik, Kurtubi gibi muteber eserlerden alınmıştır.) (Allah’a [Rahmetini umup azabından korkarak, Onun rızasına] kavuşmak isteyen, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit [ahiret] elbette gelecektir.) [Ankebut 5] (Kavuşma günü ahirettir.) (Ey insan, sen Rabbine çalışıp çabalarsın, sonunda [ahirette] Ona kavuşacaksın.) [İnşikak 6] (Hayır ve şer ne yaptıysan kıyamette onların karşılığına kavuşacaksın [Beydavi]) (Denilir ki: Bu güne [kıyamet gününe] kavuşacağınızı unuttuğunuz [inkâr ettiğiniz] gibi, biz de bugün [Kıyamet günü] sizi unuturuz [Cezalandırırız]. Yeriniz ateştir, yardımcılarınız da yoktur. [Sizi Cehennem azabından hiç kimse kurtaramaz]) [Casiye 34] (Bu güne kavuşmayı unutmanızın [inanmayışınızın] cezasını şimdi görün. İşte biz de sizi unuttuk [Azaba maruz bıraktık], yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın!) [Secde 14] (Ahiret gününe kavuşmayı inkârın, dirilmeyi inkâr olduğu bildiriliyor.) (Allah'a kavuşmayı [dirilmeyi] yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Kıyamet günü ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak, "Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize" derler. Bakın yüklendikleri günah ne kötüdür.) [Enam 31] (“[Ölüp] toprakta kaybolduğumuz zaman, gerçekten biz yeniden yaratılacak mıyız” derler. Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı [dirilmeyi] inkâr ediyorlar.) [Secde 10] (Allah’a kavuşmayı inkârın, dirilmeyi inkâr olduğu bildiriliyor.) (Sabır ve namazla Allah’a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacaklarına, Ona döneceklerine inanan ve Allah’tan korkanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir.) [Bekara 45,46] (Allah’tan geldik, Ona döneceğiz âyetinde olduğu gibi, burada da Ona dönmekten kasıt dirilmektir, Ona kavuşmak da manevi huzuruna çıkmaktır.)(İstikbal [ahiret] için hazırlıklı olun, Allah'tan sakının. Ona, hiç şüphesiz kavuşacağınızı [dirilerek manevi huzuruna çıkacağınızı] bilin, bunu inananlara müjdele.) [Bekara 223](Allah’a [Onun rahmetine, yardımına] kavuşacağını bilenler ise: “Nice az topluluk çok topluluğa Allah’ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir” dediler.) [Bekara 249] [Dirilmeyi inkâr edip, hesap için] Bize kavuşmayı ummayanlar, [ahiretten gafil olduklarından dolayı] dünya hayatına razı olup [dünyayı ahirete tercih ederek] bununla rahatlayanlar ve âyetlerimizden [Yaratanın varlığını gösteren delillerden] gafil olanlar, işledikleri [günahlar] yüzünden Cehenneme gideceklerdir.) [Yunus 7,8] (Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize kavuşmayı ummayanları [ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri] biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.) [Yunus 11] (Ayrıca, bu âyette hayrın ve şerrin Allah’tan olduğu bildiriliyor.) (Allah, bütün işleri idare eder, âyetleri tafsilatlı olarak beyan eder, tâ ki Rabbinize kavuşacağınızı kesin olarak bilesiniz.) [Rad 2] (Öldükten sonra dirilmek ve ahiret hayatı var.)(Allah’ın âyetlerini ve Ona kavuşmayı inkâr edenler, rahmetimden ümitlerini kesenlerdir. Onlar için acıklı azap vardır.) [Ankebut 23](Kendi kendilerine, Allah’ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve belli bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr ediyorlar.) [Rum 8] (Ölümden sonra dirilmeyi inkâr edenler var deniliyor.)(Elbette onlar [kâfirler] Rablerine kavuşma [öldükten sonra dirilme] konusunda şüphe içindedirler.) [Fussilet 54] (Burada da Allah’a kavuşmak dirilmek demektir.) (Allah onları toplayacağı günde, sanki onlar dünyada gündüz bir parça kalmışlar da aralarında tanışıyorlarmış gibi olacak. Allah'ın huzuruna çıkacaklarını inkâr edip de, hidayete kavuşmayanlar, elbette en büyük ziyana uğramış olacaklardır.) [Yunus 45](Rabbine [Ahirette Onun rızasına] kavuşmayı arzu eden kimse, salih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiçbir şeyi ortak koşmasın.) [Kehf 110] Şimdi de Allah’a kavuşmak hususunda Resulullah efendimizin açıklamalarına bakalım: (Hastalıktan dolayı sızlayan mümine hayret ederim. Eğer hastalıktaki mükâfatı bilseydi, ölüp, Allah’a kavuşuncaya kadar hasta kalmak isterdi.) [Taberani] (Allahü teâlâya ihlâsla ibadet eden ve şirk koşmadan Ona mülaki olana [kavuşana] Cennet vacib olur. Allah’a şirk koşarak mülaki olana da Cehennem vacib olur.) [Hâkim](Demek ki kâfir olan da Allah’a kavuşuyor, yani diriliyor.) (Müslümanın her iyiliği için, on katından yedi yüz katına kadar sevap yazılır. Her günahı için ise bir misli yazılır. Allah’a kavuşuncaya [kıyamete] kadar böyle devam eder.) [Müslim](Bir tüccar, alacaklarını tahsil eden adamına, “Borcunu veremeyecek fakirden alma, onu hoş gör” derdi. Allah’a kavuşunca [ahirette], Allah da onu hoş görüp, affetti.) [Buhari] (Mümin için, Allah’a kavuşmadan [ölmeden], rahat yoktur.) [Müslim](Bir Müslüman, “Sübhanallahi ve bihamdihi ve estağfirullah ve etübü ileyh” derse, bu söz arşa asılır ve o kimse Allah’a kavuşuncaya [ahirete] kadar sahibinin işlediği hiçbir günah onu silmez ve o, söylediği gibi mühürlü olarak kalır.) [Taberani](Bela müminin bedeninde, malında ve evladında devam eder. Tâ ki üzerinde hiç bir günah kalmadan Allah’a kavuşuncaya [ahirete] kadar.) [Hâkim](En çok gıpta edilen mümin, yükü hafif olan, namazını doğru kılan, Allah’a kavuşuncaya [ahirete] kadar kendisine yetecek az rızka sabreden, kulluk vazifesini güzel bir şekilde yerine getiren, halk arasında fazla tanınmayan, musibeti dünyada iken verilen, mirası ve ardından ağlayanı az olan kimsedir.) [Tirmizi, İbni Mace](Allah’ım, sana kavuşana [ahirete] kadar dünyadan ihtiyaç bağlarımı kopar.) [Ebu Nuaym] (Hiç kimsenin bende bir hakkı olmadığı halde Rabbime kavuşmak isterim.) [Ebu Davud](Allahü teâlâ, kıyamette Müslümanlara, “Bana kavuşmayı arzu eder miydiniz?” buyurur. Onlar “Evet” derler. Allahü teâlâ, “Niçin” diye sorar. Onlar, “Affını umardık” derler. Allahü teâlâ, “Ben de sizi affettim” buyurur.) [İ. Ahmed] (Allahü teâlâ buyurdu ki: Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri iftar zamanı, diğeri orucu ile bana kavuştuğu zaman.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai] (Her gün bir öncekinden kötü olur. Rabbinize kavuşana [kıyamete] kadar böyle devam eder.) [Buhari] (Allahü teâlâ buyurdu: Bana kavuşmak isteyen kuluma ben de kavuşmak isterim. Bana kavuşmaktan hoşlanmayandan ben de hoşlanmam.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Darimi] Âişe validemiz bildirir: Resulullah, “Kim Allah’a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim Allah’a kavuşmak istemezse, Allah da ona kavuşmak istemez” buyurdu.[Âişe validemiz, Allah’a ancak ölmekle kavuşulacağını bildiği için] Ya Resulallah, ölümü sevmediği için mi kavuşmak istemez? Eğer öyle ise hepimiz ölümü sevmeyiz, dedim. Resulullah buyurdu ki: (Hayır, öyle değil. Mümine Allah’ın rahmeti, rızası ve Cenneti müjdelendiği zaman Allahü teâlâya kavuşmak ister [ölüm ona kötü gelmez]; işte o zaman Allah da ona kavuşmak ister. Kâfire Allah’ın azabı, gazabı haber verildiği zaman Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz; Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace] Bu hadis-i şeriflerin hepsi de, Allah’a kavuşmanın, dirildikten sonra Allah’ın manevi huzuruna çıkmak olduğunu bildirmektedir. Tek istisnası yoktur. |
Geri: doğru iman bilgileri
Tanrı var diyen dinsiz |
Sual: Ben bir deistim. Bir yaratıcıya inanıyorum; ama bu yaratıcının dinler, peygamberler, kitaplar gönderdiğine ve ahirete inanmıyorum. Ben şimdi dinsiz miyim? CEVAP Açıkça dinlere inanmıyorum diyorsunuz. Dine inanmayana, dini olmayana dinsiz denir. Yaratıcı var demekle, Allah’a inanmak farklıdır. Yaratıcı diye, hâşâ bostan korkuluğu gibi, hiçbir şeye karışmadığını tasavvur ettiğiniz hayali bir varlığa inanıyorsunuz. Bunun ateistlikten hiç farkı yoktur. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri çeşitli dinler, peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bunları inkâr eden, kabul etmeyen, Allah’ı kabul etmiş sayılmaz. Peygamberlerin hepsi, zamanlarındaki en ileri ilimlerde mucize gösterip, Allahü teâlânın birer elçisi olduklarını ispat etmişlerdir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Musa aleyhisselam zamanında sihir çok ileriydi. O zaman, sihir yapanlar, olmayan şeyleri, hayalde, varmış gibi gösteriyorlardı. Sihrin en yüksek derecesine çıkmışlardı. Musa aleyhisselamın asasının büyük yılan olup, kendi sihirleri olan yılanları yuttuğunu görünce, bunun sihrin dışında ve insan gücünün üstünde olduğunu anlayıp, hemen iman ettiler. İsa aleyhisselamın zamanında, tıp ilmi çok ileriydi. Çok hastalığa çare bulunmuştu. Hazret-i İsa gelince, tıp uzmanlarının tedavi edemediği hastalıkları iyileştirdi. Anadan doğma körlerin gözünü açtı. Ölmüş kimseleri diriltti. Beşikteyken konuştu ve peygamber olduğunu ispat etti. Muhammed aleyhisselam zamanında da, Arabistan yarım adasında, edebiyat, şairlik ve belagat sanatı en yüksek derecesine varmıştı. Yaptıkları şiirlerin belagatleriyle övünürlerdi. Resulullah, Kur’an-ı kerimi getirince çoğu, Kur’an-ı kerimin belagatinin icazı karşısında, bunun Allah kelamı olduğunu anlayarak, müslüman oldu. (İsbat-ün-nübüvve) İşte bütün bu Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Hepsi Allahü teâlânın var ve bir olduğunu, sıfatlarını, sonsuz ahiret hayatının, Cennetin, Cehennemin var olduğunu bildirmiştir. İman konusunda hiçbir farklılık yoktur. Tarih incelenirse insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, kendi başlarına gidince, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde anladı; fakat ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir suret, alamet yapmağa kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar ortaya çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet geldiği zaman Kâbe’de 360 put vardı. Kısacası insan, bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı; çünkü rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. (H.L.O. İman) İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu bildirmişlerdir. Fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanlar, bir karıncayı, bir kuşu, bir arpa tanesini yaratamaz. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar. Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir tarifesini de yanına koyar. Yine de anlaşılması zorsa, kullanmasını öğretecek kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı Hak da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115] İnsan denilen makinenin de, bir kullanma tarifesi vardır. Bu da Allahü teâlânın, peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği kitaplardır. Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur’an-ı kerimdir. (Allah’a inanıyorum) diyenin, onun gönderdiği kitaplara, peygamberlere de inanması gerekir. İnanmazsa o dinsizdir. Dinsizin gideceği yer de cehennemdir. Allah’ı robot gibi düşünmek, hiçbir şeye karışmaz demek, ne kadar yanlıştır. Her asırda peygamberler gelmiş, Allah adına konuşmuş, hâşâ yalan söylemişler! Mucizesiz peygamber olmaz. Yalandan peygamberim, resulüm diyen kimseler elbette çıkar; ama bunlar mucize gösteremez. Yalanları kolayca anlaşılır. Körün gözünü açmak, ölüleri diriltmek, parmağından suların akıp bir ordunun içmesi, bir anda Mekke’den Kudüs’e oradan da gökleri gezip gelmesi, cansızların ve hayvanların konuşması basit olaylar değildir. Bunları ancak Allah’ın gönderdiği peygamber yapar. Hâşâ peygamber yalan söylese Allah müdahale etmez mi? Bir âyet-i kerime meali: (Eğer o [Resul] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdı.) [Hakka 44–47] Şu halde, ben Allah’a inanıyorum diyen akıllı kimsenin, kitaplara ve peygamberlere de iman etmesi ve ibadetlerini yapması, haramlardan kaçması gerekir. İmanın altı şartından birine bile inanmayan iman sahibi olamaz. Ben sadece Allah’a inanıyorum demesi kendini aldatmaktan başka şey değildir. Allah’ın varlığına inanmayan kimseyle, Allah’a inanıyorum ama ahirete inanmıyorum diyen kimse arasında, ahiretteki durumu bakımından fark yoktur. İkisi de sonsuz olarak cehennemliktir. Ebedi azaptan korkmamak ne kadar ahmaklıktır. Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan birine diyor ki: (Biz inanıyoruz. Diyelim ki, senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı, inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Ya bizim dediğimiz gerçek meydana çıkarsa, sen sonsuz olarak azaba maruz kalacaksın.) Dinsiz kimse ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Hâlbuki ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. O halde aklı, ilmi olanın, Allah’a ve onun bildirdiklerine inanması gerekir. |
Similar topics
» doğru iman ve imanı korumak
» Günah işlemek ve iman
» Zerre iman ne demek
» İman azalıp çoğalmaz
» İMAN
» Günah işlemek ve iman
» Zerre iman ne demek
» İman azalıp çoğalmaz
» İMAN
1 sayfadaki 1 sayfası
Konu Linkleri | |||
---|---|---|---|
URL: | |||
BBCode: | |||
HTML: |
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz